Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Yürüyen Köşk ve Belgeseli

Yazının Giriş Tarihi: 11.12.2006 10:18
Yazının Güncellenme Tarihi: 11.12.2006 10:18

Yürüyen Köşk, aradan uzun bir süre geçtikten sonra, yeniden restore ettirildi.
Çok iyi oldu. Bu sayede, Atatürk’ün çevreye verdiği önem herhalde daha iyi anlaşılacaktır.


Yürüyen Köşk’ün tekrar gündeme gelmesinde, restorasyonu ve çevre düzenlemesinde, Belediye Başkanı Sayın Barbaros H. Binicioğlu’nun yakın ilgisi ve üstün çabası vardır.
Bu çaba, her türlü takdirin üstündedir.


Sayın Belediye Başkanı, Yürüyen Köşk’ün sorumluluğunu çok genç ve yetenekli bir genç kızımıza vermiş.
Sayın Elif Çelik’in konuya hakimiyeti ve ilgisi gerçekten takdire değer.


Yalova Belediye Başkanlığı’na geçen Yürüyen Köşk, yeniden restore edilirken, bir de belgesel yapımı gündeme gelmişti.


Belediye Başkanı Sayın Barbaros H. Binicioğlu, bir görüşmemizde, kamuoyunda tanınmış (ismi belli) bir gazetecinin, Çalık Holding’in vereceği 30 000 YTL ( 30 Milyar TL) ile bu belgeseli hazırlayacağını söylemişti.


Bense, verilecek bu paranın çok olduğunu, 1 Milyar TL’yi bile bulmayan bir maliyetle, ortaya çok güzel bir eser çıkabileceğini, hatta gereken koordinasyon yapılırsa, TRT Belgesel Müdürlüğü ya da TRT Eğitim ve Kültür Programlar Müdürlüğü’nün (sözü edilen para harcanmadan) bunu çok değişik şekilde yapabileceğini ve TRT kanallarında yayınlayarak çok geniş kitlelere ulaştıracağını, belirtmiştim.


Ancak, Sayın Belediye Başkanı, (adı belirli) popüler bir ismin bu belgeseli yapmasından yana olduğunu belirtmiş ve kararını bu yönde vermişti.


Hatta, benim kaleme aldığım (Atatürk’ün Kenti Yalova) isimli kitabımı da, adı geçen kişiye verdiğini söylemişti.


Olayın çekim aşamasını ve yapım maliyetini bilmiyorum.


“Yürüyen Köşk “belgeselinin CD’si, ancak 8 Aralık 2006 günü elime geçti.
Aynı gün merakla izledim.


Hayal kırıklığım büyük oldu.
Bu kadar özensiz yapılmış bir başka belgesel görmediğimi söyleyebilirim.


Köşkün yürütülmesiyle ilgili orijinal resimler yerinde ve uygun şekilde kullanılmamış.
Uygun çekimler yapılmamış.
Canlandırma ve anlamlı resim bindirmeleri yok.


Baştan savma bir metin…
Anlatımla eşleşmeyen görüntüler…


Belgeselin adı, “Yürüyen Köşk”…
Oysa, 40 dakikalı metinde köşk ile ilgili bilgi, toplam 5 dakikayı geçmiyor.
Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşu, Sığırtmaç Mustafa, Bahçıvan Pandelli Usta, Termal’de yapılanlar anlatılıyor da anlatılıyor.


Bende, gereken titizlik ve özen gösterilmeden alelâcele hazırlanmış, sıradan bir Yalova’yı tanıtım filmi, havası uyandırdı.
İlginçtir, belgeselin sonunda jenerik de yok.
Ne çekim ekibi (Yapımcı- Yönetmen- Kameraman, vb), ne yararlanılan kaynaklar belirtilmiş, ne de çalışmalarından yararlanılan kişilere teşekkür var.


CD’yi seyrettikten sonra, bende uyanan duygu, “Bu ne biçim Yürüyen Köşk Belgeseli?” oldu.


Gelelim Yürüyen Köşk’e…


Burada, dikkatimi çeken konuları belirtmek isterim.
Bir kere, iskeledeki lambalar orijinalindeki gibi değil. Orijinalde yüksek direkli lambalar varken, şimdi yapılanlar çok kısa ve değişik.


Yürüyen Köşk, müze olarak ziyarete açıksa, camlı toplantı salonunda kocaman bir televizyonun işi ne?
Eğer bu televizyon, camlı salonda belgesel seyretmek için konulmuşsa, çok yanlış yapılmış.


Zira, 40 dakikalık bir CD ayakta seyredilmez. Oturmak lâzım. Oysa, müzede oturulmaz.


Ayrıca, 10 metre ilerideki küçük kafeteryada kocaman bir televizyon var zaten… İsteyen burada oturup çayını yudumlarken, belgeseli de seyreder.


Camlı toplantı salonunda televizyon seyretmek yerine, tarihî gramofonu onartıp, Müze’de orijinal halde korunan Atatürk’ün sevdiği taş plakları çalmak bence daha ilgi çekici olur.


Kafeteryanın açık olan kısmının kapatılması da, bana göre son derece yanlış olmuştur.
Toplantı salonunun buraya yapılmak istenmesindeki mantığı kavrayamadım. Burada neden bir toplantı salonuna gereksinim duyulsun ki ?


İş giderek çığırından çıkıyor.


Yürüyen Köşk bölgesinde yapılan en büyük yanlışlık da, buraya araç girmesi…


Belediye Başkanı Sayın Binicioğlu, Belediye Meclisi’nin Aralık ayı toplantısında, “Yürüyen Köşk’ü açtığımız günden bu yana, Elmalık Yolu kavşağındaki girişi de açmaya çalışıyoruz. Ancak, Tarım Bakanlığı buranın açılmasını uygun bulmuyor. Nedeniyse bu arazideki sebze ve meyvelere vatandaşların zarar vermesi imiş. Biz de bu yolu açmak için komisyon kararı aldık. Hukuki yol ile bu yolu açacağız. Bu yolu açarak yürüyüş yolunu bu yol ile birleştireceğiz. Ayrıca, Elmalık yolu kavşağından gelen yolun sonuna da bir otopark yapacağız” demiş.


Başkan’ın bu sözlerine hiçbir şekilde katılmıyorum.
Tarım Bakanlığı’na bağlı, Türkiye’nin göz bebeği bir Araştırma Enstitüsü içine, Belediye Meclisi, yol açmak için nasıl ve ne hakla Komisyon Kararı alır?
Yapılması düşünülen uygulama, son derece yanlış ve zararlıdır.


Yaza yaza bıktım, söyleye söyleye dilimde tüy bitti:
Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyaca tanınan çok önemli bir gen merkezidir. Burayı korumak gerekir.
Deniz kenarındaki sahil bandında motorlu araç kullanımı cinayet değil de nedir?
Köşk civarına otopark yapılması, buraya otomobille gelinmesini teşvik eder.


Gerek Doğu Sahil Bandı’nda, gerek Elmalık Yolu kavşağından Enstitü arazisi içinden geçerek Köşk’e gelen yolda araç kullanımı, hakim rüzgarlar ve eksoz gazından dolayı, Araştırma Enstitüsü’ndeki çalışmaları tehdit edecek, yeni ürün çalışmalarını engelleyecek ve Enstitü’nün bir gen merkezi olma özelliğini ortadan kaldıracaktır.


Tarım Bakanlığı’nın Enstitü içinden araç geçişine izin vermemesi son derece doğrudur.
İnşallah, bu yol hiçbir şekilde kullanıma açılamaz.


Hem çevreye duyarlılıktan bahsediyoruz, hem de çevreyi korumaktan kaçınıyoruz.
Böyle şey olur mu?


Köşk civarında motorlu araçların, yürüme ve gezinme yolunda yarış yapan motosikletlerin, motorlu taşıtların ne işi var?


Atatürk, bir ağacın dalına zarar veriyor diye, köşkünü doğuya doğru yürütmüştü. Gördük ki, köşkün doğusuna küçük bir kafeterya yapımı sırasında, ağaçlar kesilmiş, şimdi bu oldu mu?


Yürüyen Köşk’e giden Doğu Sahil Bandı’nda, yol kenarına 30-40 metre aralıklarla akasya ağaçları dikilmişti…Ne oldu bu ağaçlara ?


Araştırma Enstitüsü’nün güneyinden geçen Yalova- Karamürsel yolu genişletilirken, yol kenarında ve Enstitü sınırları içinde bulunan ağaçlar, budanmaya bile gerek görülmeden kırıldı.


Yürüyen Köşk konusunda, önemli olan Köşk değil, oradaki çınar ağacının korunmasıdır. Atatürk, konuya dikkat çekmek için köşkü yürütmüştür. Yoksa, köşkün yıkılıp yeniden yapılması daha kolaydı.


“Doğayı olduğu gibi koruyun” diyen Atatürk’ün mesajını, Yalovalı henüz anlayamamıştır.
Anlasaydı…
Yürüyen Köşk için Atatürk bir dalı kestirmezken, Yalovalı yetkililer, Fatih Caddesi’ndeki ağaçları kesmezlerdi.


“Ağaçlar yaşlandıkları için değil, enfeksiyon kaptıkları ve bakılmadıkları için ölürler.
Ağacın canı, sanılanın aksine göbeğinde değil, 2-3 santim kalınlığındaki kabuğundadır.
Kambiyum tabakası denilen ağaçların kabuklarında, besin iletişimini sağlayan damarlar vardır. Bu dış tabakaya isim kazımak, afiş asmak, kabukları koparmak, kök boğazını estetik nedenlerle kapamak, arabayla çarpmak, salıncak kurmak, köke deterjanlı su dökmek, tekerlek sürtmesi ağaçta enfeksiyona neden olur.
Enfeksiyon, ağacın gücüne göre ilerler. Enfeksiyon kapmış ağaca mantar nüfus eder.
Mantar ağacın iletişim borularındaki asalak yaşamı sırasında, ağaç besin borularını tıkayarak çürütür. Böylece gelişme durur, ölüm başlar. “


Bir Orman Yüksek Mühendis’in ifadesi bunlar…


Yalovalı, Atatürk’ün mesajını anlasaydı, Gazipaşa Caddesi’ndeki ağaçlara demir kazıklarla spot lambaları takmaz, o tarihi çınarların ölüşünü seyretmezdi.


Atatürk’ün vermek istediği çevre bilinci bu mu?


Olaya bakın, Yalova’nın doğusunda, Atatürk’ün köşkünü çevre köşkü ilân ediyoruz, batısında da ağaçlara bir an evvel elden çıksınlar diye, çivi çakıyoruz.


Çevreciyiz ya…
Yalova’da kumsalları doldurduk, üzerine beton döktük. Doğal dokunun içine okuduk.


Atatürk, Yalova’da bir çınar ağacının dalını kesmemek için, küçük bir köşkü yürüterek, Yalova’dan dünyaya bir çevre dersi vermiştir diyoruz ya…
Bu sözden, Yalovalının bu çevre mesajını çok iyi algıladığı sakın anlaşılmasın.


Yenikapı veya Pendik feribotlarından inen yolcuların karşılaştıkları manzaraya bir göz atalım.


İçinde otopark bulunan ve feribottan çıkan yolcuların türlü engellerle mücadele ederek, ellerinde sigaralarla içinden geçtikleri bir benzin istasyonu var.


İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Aralık 2004’te hazırladığı Yalova Kent Planı Değerlendirme Raporu’nda, burası “ tam bir felâket ve curcuna” olarak tanımlanıyor.


Yalova’ya ilk defa gelen bir yabancı, Yalova’da sürdürülebilir bir çevrenin varlığından söz edebilir mi?


Hele bu bölgede, geleceği hiç düşünmeden sabitleştirilen Pazar Yeri kargaşasını düşünün.
Yalova’da gürültü ve trafik kirliliğini, olmayan yaya geçitleri, yolun iki tarafına park etmiş sözüm ona ana cadde olan ( Örneğin: Çeşme Sokak) dar sokakları düşünün.


Plânsız ve düzensiz yerleşim sonucunda, kumsalları kullanılamaz hale getirilmiş, halk ile deniz arasına şekilsiz beton yığınları kondurulmuş, denize girilemeyen, kumsalı olmayan, dereleri her gün biraz daha kirlenen, yeşilliği giderek elden çıkan, yer altı suları tükenen, birinci sınıf turizm ve tarım alanlarına sanayi tesisleri yapılan, yetersiz ilçe, köy ve kalıcı konut yolları dururken doğa yürüyüşleri yapılan orman yollarına asfalt dökülen Yalova var ortada…


Böyle bir Yalova’da çevre bilincinin varlığından, Atatürk’ün çevre mesajının doğru anlaşıldığından söz edebilir misiniz?


NOT: Çok uzun süredir Yeşil Ordu konusunu araştırıyorum. Cemiyetin Genel Merkez Üyesi Şeyh Servet (Akdağ), Mayıs 1920, Çerkez Ethem, Nakşibendi Tarikatı, vb… Konunun Yalova bağlantısı hakkında bilgisi olanlar, görüşlerini aşağıdaki mail adresime bildirirlerse memnun olurum.



Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.