Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Turizm, İnternet Ve Avrupa Birliği

Yazının Giriş Tarihi: 24.04.2006 09:39
Yazının Güncellenme Tarihi: 24.04.2006 09:39

Olaylar ve gelişmeler iyi takip edilirse, Yalova’nın gündeminin bir hayli yoğun olduğu kolayca anlaşılır.


Geçen haftanın gündemini oluşturan bana göre en önemli etkinlikler: “Turizm Kenti Yalova“ panel, “Yalova’da İyi Örnekler” konulu konferans ve “AB ile Tam Üyelik Süreci ve Geleceği” konulu konferans idi.


Kısa da olsa, bu etkinlikler hakkındaki görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.


İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından düzenlenen “ Turizm Kenti Yalova” konulu panel, 18 Nisan 2006 günü Halk Eğitim Merkezi salonunda yapıldı.


Öncesini ve sonrasını da çok iyi takip ettiğim paneli çok başarılı şekilde gerçekleştiren tüm katkıda bulunanları, başta İl Kültür ve Turizm Müdürü Sayın Cemal Ulusoy olmak üzere kutlarım.  Çok iyi konuşmacılar seçilmişti. Oturum da çok iyi yönetildi.


Önce genel bir tespitimi hatırlatayım: seminer, sempozyum, panel, konferans gibi etkinliklerde program dışı sunumlar ve program dışına çıkışlar olaya renk katar ama süreyi uzatır ve konuşmalardaki dikkati dağıtır.


Panelde, “Turizmde zamanla birlikte akımlar değişiyor. Bundan on sene önce beş yıldızlı oteller modaydı. Şimdi ise insanlar tatil köylerine rağbet gösteriyor” diye çok önemli bir tespitte bulunuldu.


Bu durumda, “ Yalova’nın batısı alternatif turizm alanları olarak plânlanmaktadır” sözü ve buraya çok katlı 4 yıldızlı oteller yapımının plânlanması, anlam olarak pek yerine oturmuyor.


Panelde, kısa olarak köy konaklarına da temas edildi. Köy Konağı konusu, önemlidir. İsmini hatırlayamıyorum, bir milletvekilimiz, 21 Aralık 1999’da, TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada aynen şunları söylemişti:
“…Değerli Milletvekilleri, köylerde gençlerimizi köy kahvelerinden ve edinebilecekleri kötü alışkanlıklardan kurtarmanın bir yolu da hızla köy konakları yapmaktır. Ümit ederim ki, buradaki kültür aktiviteleriyle hayırlı işlere vesile olunur.”


Bilinen konudur, köy konakları hemen her ilde var ve yapılmaya da devam ediliyor. Örneğin, bu sene başında, İller Bankası’nın köy tüzel kişiliği altında yaptırılan ve Köy Konakları projesinde bulunan Anzer Köy Konağı’nın açılışı yapıldı.


Açılışı yapan Rize Valisi’nin konuşmasına dikkatinizi çekerim:
“…Hizmete açtığımız köy konağı her amaç için kullanılmaya elverişlidir. Konak eğitime katkı sağlayacağı gibi turizme de hizmet verecektir. Gelen yerli ve yabancı turistler burada kalabilecekler. Ayrıca konakta eğitim amaçlı kurslar da açılacak. Köy Konağı her amaçlı olarak kullanılmaya elverişlidir. Köy tüzel kişiliğine ait olan konağın amacı eğitime katkı, turizme hizmettir.”


Köy Konakları’nda yerli ve yabancı turistlerin ağırlanması gündeme gelince, akla hemen eskiden köylerde bulunan misafirhaneler geliyor. Buraları aynı zamanda, Türk insanının konukseverliğinin de göstergesiydi.


Taner Kırtasiye’nin sahibi değerli dostum Mustafa Taner’in bu konuda ilginç bir hatırası var:


“Sekiz ya da dokuz sene önce, otomobilimle, Ankara’dan Isparta’ya gidiyordum. Afyon’u geçtikten sonra, Dumlupınar civarında, hemen yol üzerinde bir köy meydanında durdum. Arşivimde çekilmiş resimler ve o güne ait notlarım olmasına rağmen, maalesef şu an köyün ismini hatırlamıyorum. Günümüzde belde oldu. Burada biraz soluklanıp dinlenecek, biraz da bir şeyler yiyecektim. Önünde durduğum çardaklı dükkan sahibi, yolcu olduğumu öğrenince çok yakın davrandı. Beni ağırladığı gibi, herhangi bir ücret de almadı. 200 ya da 250 haneli bir köydü. Daha sonra yaklaşan 3-4 kişiyle sohbet ettik. 700 yıllık, yerleşik eski bir manav köyüymüş. Anlattıklarına göre, o köyde bulunan varlıklı ailelerin mutlaka bir misafirhaneleri varmış. Varlıklı aileler, yeni ev yaptıklarında ya eski evlerini olduğu gibi korur buraları misafirhane olarak değerlendirirler, ya da evlerinin alt katlarını misafirhane olarak kullanırlarmış. Buraların kapıları her zaman açık olurmuş. Kim gelirse gelsin, kimliği onlar için asla söz konusu olmazmış. Herkes onlar için sadece Tanrı misafiriymiş.


Köyün bir de ortak Köy Misafirhanesi vardı. Bana orayı da gösterdiler. İçinde, insanın hemen her ihtiyacını her an karşılayacak şekilde düzen alınmıştı.


Köyde gördüğüm yakınlığı hayatım boyunca unutmayacağım. Köylüler misafir ağırlamak için sanki birbirleriyle yarış içindeydiler. Bu davranışlarını atalarından gördükleri töre gereğince eksiksiz uygulamaya özen gösteriyorlardı.”


Geçen sene Şubat ayında, Yalova merkez ve ilçelerine bağlı köylerde bulunan, mülkiyeti köy tüzel kişiliğine ait, İl Özel İdaresi kaynakları ile yapılarak tamamlanmış, ancak uzun süreden beri boş olarak duran köy konaklarının Alışveriş Merkezi olarak kullanılması kararlaştırılmıştı. Şüphesiz çok güzel bir karardı. Umarım lâfta kalmamış, uygulanmıştır.


Esasen söylenecek çok şey ve ayrıntılarına girilecek konular var.
Mecburen kısa kısa geçeceğim.


Otel yapmak ve yatak sayısını artırmakla bir yer turizm kenti olmaz. Turistin ne aradığını iyi bilmek gerekir. Aksi halde, yatak sayısını artıracağım diye doğanın güzelliği rezil edilirken, güzelim doğa ve kumsallar beton mezarlığına dönüşür.


Yalova’da yatak sayısını artırmadan daha önemli olan, Yalova’yı turistler için bir cazibe merkezi haline getirmektir. Eski TİGEM arazisinde sadece 4 yıldızlı otel yapımı, Yalova’yı turistik kent yapmaz.


Genel kuraldır: Trekking yani doğa yürüyüşü yapılan alanlarda suni yapılaşmadan kaçınılır ve doğa olduğu gibi korunmaya çalışılır. Örneğin, adı üzerinde doğa yürüyüşü yapılan yollar asla ve asla asfaltlanmaz. (Bu konuyu ayrı bir yazıda çok ayrıntılı şekilde ele alacağım.) Turist, bozulmamış doğayı, bozulmamış doğal güzellikleri arıyor.


Panelde Yayla Turizmi konusunu açıklayan konuşmacı, yaylalara yapılan sunî ve son derece çirkin yapıların önüne geçilemediğini, bunlara karşı hiçbir cezai müeyyide uygulanamadığını, yaylalara gidişler kolaylaştıkça, yaylaların yaylalıktan çıktığını çok açık ve net bir biçimde gösterdi.


Aman dikkat, Yalovalı, yayla turizmine açacağım diye yaylalarının elden çıkışını kolaylaştırmamalıdır.


Yalova’nın yollarının yapımında bir öncelik olmalıdır. Unutmayalım, Altınova- Yalova yolunun emniyetsiz olduğu çok sık dile getiriliyor; Yalova- Koru- Çınarcık- Armutlu yolunun yetersiz olduğu ve mutlaka geliştirilmesi yerel basında ayrıntılarıyla anlatılıyor.


Herhalde bu yazılanlar okunup değerlendiriliyordur, ben okuduklarımdan gözüme çarpanları yazıyorum. Ana arterlerin yetersizliği söz konusu iken, tali yollara ağırlık verilmesi uygun mudur?


Daha evvel uzun uzun yazdım, Yat Limanı’nın Yalova’ya pozitif anlamda büyük bir katkı sağlayacağına inanmıyorum.


Ayrıca, kıyıda yeterli alan yok, deniz kıyısındaki dolgu alanına da inşaat kanunen yapılamayacağından, bu bölgede Yat Turizmi Yönetmeliği istekleri nasıl karşılanacak ?


Unutmayalım ki, böyle bir tesise Turizm Yatırım Belgesi almak için , pek çok belgenin yanında, (...kanalizasyon, katı ve sıvı atıkların imhası mekânlarını içeren alt yapı durum raporu) gerekiyor.


Turizm hakkında üzerinde konuşulacak çok konu olmasına rağmen, sadece harita üzerinde birkaç kelime söyleyerek konuyu kapatmak istiyorum.


Yalova’da zaman zaman gözüme çarpan haritalar var ama, kimse kusura bakmasın, hiç biri benim aklımdan geçene benzemiyor.


Yalova’nın çok acil olarak estetik ve fonksiyon yönünden doğru ve çok güzel haritaya ihtiyacı var. İsimleri yanlış yazılmamış, estetiği fonksiyonelliğinin önüne geçmemiş, münhanileri denizde kesilmeyen, gölleri, dereleri, tepeleri, ören yerleri ve yerleşim yerlerini doğru gösteren, abartıdan uzak bir haritaya ihtiyaç var.
Unutmadan belirteyim, haritayı önünüze koyduğunuzda, kitabesinin kuzeyi göstermesi gerekir. Basit bir kroki yapmanın bile bir kuralı vardır.


Fazla uzatmadan kısa geçiyorum. Etkinliklerden biri de, “Yalova’da İyi Örnekler” konulu konferanstı. Burada, değerli çeşitli sunumların yanında, Yalova Belediye Başkan Yardımcısı Sayın Hüseyin Uygun, Yalova Belediyesi Kent Bilgi Sistemi’ni anlattı.


Bu konuyu Yalova’da ilk defa ele alan benim. Yanılmıyorsam, 1997 yılında, Aydın’da gördüğüm “ Kent Bilgi Sistemi” denilen uygulamayı, Yalova Gazetesi’nde uzun uzun yazmıştım. Son derece yararlı bir sistemdir. Uzun süredir üzerinde çalışılıyordu.
Yalova Belediyesi’nin yaptığı çok güzel işlerden biridir.


Yalnız bu konunun güncelleştirilerek devamlı geliştirileceği yer, Afet Yönetim Merkezi’dir. Telekomünikasyon sistemi, Yangın su hidratları, su boruları ve ana isale hatları, doğalgaz sistemi ve emniyet vanaları, elektrik enerji hatları, kanalizasyon vb. işlenerek bir afet anında, kent merkezinin kontrolü Belediye’den değil, Afet Yönetim Merkezi’nden takip edilmelidir.


Yani bu sistemin asıl kontrol yeri, Yalova’da depreme olan duyarlılıktan dolayı, Afet Yönetim Merkezi olmalıdır.
Belediye bu konuda elindeki verileri, kentin sağlıklı geleceği için Afet Yönetim Merkezi ile paylaşmalıdır.


Afet Yönetim Merkezi deyince, bir başka konuyu da hatırlatmak isterim. Bu merkez, şu anda Yalova’nın en önemli ve gelecekte de önemini koruyacak yeri… Çok az sayıda personel, son derece yoğun işleri yapmanın zorluğunu yaşıyorlar. Kanaatimce, buraya gecikmeksizin personel takviyesi yapılması gerekir.


Son olarak üzerinde duracağım konu da, “AB ile Tam Üyelik Müzakere Süreci “ konulu, konferans… Kocaeli Üniversitesi Uluslar arası İlişkiler Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. İ.Kaya Ülger, konferansta, Avrupa Birliği’ne tam üyelik süreci hakkında bilgiler vermiş.


Ben, bu konferansı, daha önce yapılacağı hakkında hiçbir bilgim olmadığından, takip edemedim ve yapıldığını da basından öğrendim. Konferansı haber veren gazetede, konuşmacının şu sözleri yer alıyordu:
“… Ülkemizde bugün Avrupa Birliği üyeliği dışında bir çıkış yolu yoktur. Türkiye, ekonomik gelişimini tamamlayacaksa, bunu ancak AB ile gerçekleştirecektir.
”…AB şu anda Türkiye’nin tetiklediği kimlik meselesini tartışıyor.”


Tabii, daha önce ve daha sonra söylenen sözleri de bilmek gerekir ama, bu ( mesaj içeren ) ifadelere katılmam mümkün değil.


Bir kere kimlik meselesini tetikleyen Türkiye değil, Avrupa Birliği’nin ülkeleridir. Türkiye’nin mutlak hedefi, Avrupa Birliği’ne katılmak, olamaz. Türkiye’nin hedefi çağdaşlığı yakalamaktır. Bu, Doğu’dan da olabilir, Batı’dan da…


Herkesin düşüncesine saygı gösteriyorum. Ama, ben çok farklı düşünüyorum.


Bana göre, Avrasya eksenindeki siyasî, askerî, ekonomik her türlü denklemler, Türkiye katılmadan asla çözülemez. Ama, güçlü bir ulus-devlet olan Türkiye, bölgedeki oluşumları kendi lehine yönlendirebileceği için hedeftir ve egemen güçler, bölücü ve yıkıcı faaliyetlerle Türkiye’de ulus-devleti bitirmeyi amaçlamışlardır.


Atatürk, Türk Devrimi’ni, Batı’yla çatışarak ve Batı’ya rağmen gerçekleştirmiştir. Kurtuluştan sonra hiçbir biçimde ödün vermeden yaptığı ilk iş, Tanzimat dönemi uygulamalarını tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırmak ve Lozan’da batılılara kabul ettirmek olmuştu.


Atatürk ve Atatürkçülük, küreselleşme çöküntüsünün yaşandığı özellikle bugün, Batı için stratejik bir tehlikedir.


Emperyalizm ya da Batı’ya bağlanma Atatürkçülükten kopuşu, Atatürkçülükten kopuş da emperyalizme ya da Batı’ya bağlanmayı hızlandırmıştır.


Şunu unutmayalım ki, halen yürütülmekte olan ABD, NATO, IMF, Gümrük Birliği ve Avrupa Birliği politikaları asla ve asla Atatürkçülük adına değildir.


Atatürkçülük, Batı’yla bütünleşmeyi amaçlayan bir hareket değildir.
"Atatürkçülük, Batı’yla bütünleşmeyi amaçlar"  demek, ya kasıtlı bir amaç için söyleniyordur, ya da bu sözü söyleyenlerin Atatürk’ün ne yapmak istediğinden zerrece haberi yok demektir.


"Atatürkçülük, batılaşmacı bir harekettir" demek, en hafifiyle, hayatı Batı’yla mücadele içinde geçmiş Atatürk’e yapılmış büyük bir haksızlıktır.


Atatürk diyor ki :
“...Bir millet için mutluluk olan bir şey diğer bir millet için felâket olabilir. Aynı sebep ve şartlar birini mutlu ettiği halde diğerini mutsuz edebilir. Onun için bu millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, buluşlarından, ilerlemelerinden istifade edelim. Ancak, unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz.


...Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alâkasız yaşayamayız. Aksine yükselmiş, ilerlemiş, medeni bir millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız.


...Ulusal kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkartacağız.”


Atatürk’ün kullandığı "Muasır Medeniyet" sözü, dönemin uygarlık düzeyi olarak ifade edilen ilerleme anlayışıdır. Bu söz, batılılaşmak değil, nerede olursa olsun, çağdaş uygarlığı yakalamak ve onu geçmeye çalışmaktır.


Atatürk bunu yaparken de, Türkler’in tarihsel ve sosyal değerlerini koruması gerektiğini ifade etmektedir.


Atatürk diyor ki :
 “Batı ile uyuşma Türkiye’nin kaçınılmaz olarak köleleştirilmesi anlamına gelecektir.”


Atatürk, geleceği görebilen bir insandı. O, Türkiye’nin bağımsızlığı için Batı ile mücadele ederken, gelecekte de Batı’nın Türkiye için büyük tehlike oluşturacağını biliyordu. Bu nedenle Batı ile ilişkilerinde hep dengeli davranmış, Batı’ya bağımlılık yaratabilecek bir ilişkiye girmemişti.


Günümüzde, ABD veya AB koruması altına girmeye çalışanlara, onun taa 1919’da söylediği şu sözleri hatırlatmak isterim:
“Ahmaklar memleketi Amerikan mandasına, İngiliz koruyuculuğuna bırakmakla kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını sağlamak için bütün bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk bağımsızlığını feda ediyorlar.”


Atatürk, Batı’yı Türkiye’yi bağımsızlığından edeceği için tehlikeli görmekte; Batı da, gerçekleştirdiği anti- emperyalist mücadele ile yoksul uluslara örnek teşkil ettiği için Atatürk’ü ve onun düşüncelerini zararlı bulmaktadır.


AB yandaşları Atatürkçülüğü benimsemezler, AB ülkeleri temsilcileri de açık açık Atatürk devrimlerinin karşısında olduklarını söylemekten kaçınmazlar.


Atatürk’ün düşüncesi ise, o zor koşullara rağmen, bütünüyle tam bağımsızlıktı. Atatürk, tam bağımsızlığı, onu elde etmek için çok zor koşullarda sürdürülen savaş aşamasında bile gündemin başına koymuştu ; hiçbir silâh ya da diğer gereksinim önerisi bu tutumu değiştirmedi.


Hedef, sadece vatanın düşman işgâlinde kurtarılması değildi. Gerçek amaç, Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalanmaya götüren ekonomik, mali ve ticari tutsaklıktan kurtulmak ve her yönüyle tam bağımsız bir devlet yaratmaktı.


Atatürk, hiçbir şekilde bağımsızlıktan ödün vermeyi düşünmemiştir. Atatürk’e göre, ekonomik ve sosyal kalkınma, kendi gücüne dayanarak sağlanacak, batılı ülkelerle bağımlılık doğuracak hiçbir ekonomik beraberliğe girilmeyecektir.


Atatürk diyor ki :
“...Ticaretimizi yabancıların eline bırakamayız. Bırakırsak, yurt kaynaklarını değerlendirme fırsatını kaybederiz.


...Tam bağımsızlık ancak mali bağımsızlık ile gerçekleşebilir. Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan yoksun olursa, o devletin yaşantısını sağlayan bütün bölümlerinde bağımsızlık felce uğramış demektir.”


Atatürk’ün sözlerinden ders almalıyız.
Ben şahsen, Avrupa Birliği’nin ekonomik anlamda çöküş sürecine girdiğine inanıyorum.


Türkiye Cumhuriyeti’nin, AB’ye veya bir başka devlet veya siyasi kuruluşa bağımlı olması yerine, ekonomik açıdan güçlü, tam bağımsız, demokratik ve çağdaş bir ülke olmasını istiyorum.


Konfüçyüs der ki: Geleceği şekillendireceksen, geçmişi iyi öğren.



Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.