Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Ödül Bu Demek

Yazının Giriş Tarihi: 04.12.2006 09:47
Yazının Güncellenme Tarihi: 04.12.2006 09:47

Katar Gazetesi Şark, Beyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Direktörü Muhammed Nureddin diyor ki:


“…12 Ekim 2006 Türkiye Günü'ydü. Fransız parlamentosu Türklerin Ermenilere soykırım yaptığını inkâr edenlerin cezalandırılmasını öngören yasa tasarısını kabul ederken, İsveç Akademisi Orhan Pamuk'a Nobel ödülü veriyordu. Bu iki gelişme bağlantılı.


Ancak Batılı mizacı yansıtan İsveç Akademisi,'kurban'larını seçmekte ve onları 'en güzel, yüce ve güçlü' olarak sunmakta usta bir avcı gibi davranıyor.


Akademi önemsiz edebiyatçılar seçmiyor ancak yetenek ve yaratıcılık temelinde değil de siyasi bir temelde seçme işini iyi yapıyor.


Orhan Pamuk, Yaşar Kemal'den daha mı önemli? Değil tabii.


Nâzım Hikmet'ten daha mı önemli? Doğal olarak değil.


Necip Mahfuz, Taha Hüseyin'den daha mı önemliydi? Hayır.


Peki niçin Nobel Edebiyat Ödülü Gabriel Garcia Marquez gibi solcu edebiyatçılara nadiren verildi? Nobel Barış Ödülü neden İranlı muhalif bir bayana verildi?


Yanıtlar, ödülün her zaman 'siyasi' olduğunu gösteriyor.


Nobel ödülleri siyaseti göz önünde bulunduruyor; ara sıra bu hesapların dışına çıkılması gerçeği değiştirmez.


Pamuk da bu politikanın sadık çocuğu...


Türklerin 1. Dünya Savaşı'nda 1 milyon Ermeni'yi soykırımdan geçirdiğini söylediği zaman, Türk tarihi, kültürü ve bilinciyle çelişen bir tutum almıştı.


Pamuk'un tespiti doğru olabilir veya olmayabilir.


Ancak konu, ödülün kendisine bu 'itiraftan' sonra verilmesi.


Necip Mahfuz'a da ödül İsrail'le barışı desteklemesi sonrası verilmişti.


Şirin Ebadi'ye de İran'daki rejime muhalefet ettiği için... “


Sayın Muhammed Nureddin’in yazdıklarından anlaşılmayacak bir şey yok.


Şimdi, size Nobel ödülleri tarihinden küçük bir öykü anlatmak istiyorum.


Kahramanımız Boris Pasternak...


Ülkesindeki uygulamaları eleştirmekle vatanını savunmak arasındaki ince çizgiyi kavrayabilmiş, çağımızın tartışmasız en büyük yazarlarından biri.


En tanınmış romanı 'Doktor Jivago…


Yıl 1958…Soğuk Savaş'ın en civcivli zamanı... Batı dünyası çıkan her fırsatı Sovyetler Birliği'nin aleyhine kullanmaya çalışmaktadır. Fırsat ayaklarına gelmiştir. Pasternak bir rejim aleyhtarıdır. Kitaplarında da Sovyet Devrimi'ni eleştirmektedir.


İşte muhteşem bir fırsat. Kendisine o yılın Nobel Edebiyat ödülü verilir.


Pasternak yazarlığıyla bu ödülü çoktan hak etmiştir ama ödülün yazarlığı için değil ülkesini eleştirdiği için verildiğini anlayacak entelektüel birikime de sahiptir. Ödülü reddeder.


Propaganda makinesi çalışmaya başlar. Reddetme gerekçesi hemen yaratılır. Sovyetler Birliği yönetimi yazarın ödülü almasına izin vermemiştir ve kendisini medyada rezil etmekle tehdit etmiştir. Yazarlar Birliği, Pasternak'ı ülkeden attırmak için elinden geleni yapmıştır.


İşte bu noktada Boris Pasternak, Nobel Ödül Komitesi'ne bir mektup yazar:


"Romanımın çevresinde gelişen siyasi kampanyanın kazandığı boyutları görünce ve Nobel ödülünün bana verilmesinin, çok çirkin sonuçlara varan siyasi amaçlı bir karar olduğu kanısına varınca kimsenin zorlamasıyla değil kendi irademle ödülü reddettiğimi belirtirim."


Pasternak 1960'ta hayata gözlerini yumar.
Aradan yıllar geçer.
Nihayet, araya girenlerin hatırına, Pasternak’ın oğlu, babasının Nobel Ödülü’nü alır.


Geçenlerde, Nobel ödüllü yazarlar, New York’taki “Lion” gecesinde buluştular.


Geceye katılan Orhan Pamuk, “Noel bana değil, Türkçeye ve Türk kültürüne verildi” demiş.


Bu söze denilecek tek cevap var ama burada yazamam.
Arif olan anlar.



Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.