Yalova’ya dışarıdan gelmiş yakınlarınıza gösterebileceğiniz, Yalova’ya özgü yapılmış, bir başka yerde bulunamayacak güzel bir yapı var mı?
Biraz düşünün, bakalım bulabilecek misiniz?
Yürüyen Köşk’ü düşünmeyin, o Atatürk’e mahsus ve ona ait özellikler taşıyan ayrı bir olay…
Yalovalı’nın Yalova için yaptığı bir bina düşünün…
Ya da sadece Yalova’ya ait özgün bir cami, özgün bir köprü, bir heykel, bir park, bir obje, vb…
Benim için yok.(Pardon: özgün Atatürk heykeli gözden uzaklaştırıldı, Gacık Köyü’nde bulunan stelin anlamının ise kimse farkında değil)
Her taraf estetikten yoksun, denizi kapatmış, yüksek beton yığınlarıyla kaplı…(Bir ara benim için Yalova’nın en güzel binası, Gazipaşa Caddesi’nde, PTT ve köprüyü geçtikten sonra, sağ tarafta deniz kıyısında bulunan “Aşı Boyalı Karaca Evi” idi. Onu da, bana göre,son derece çirkin bir sarı renge boyadılar, gözümden düştü.)
Görüyoruz ki, bürokrasi gelişmeleri plânlama ve kontrol altına alabilmekte hazırlıksız olduğu için geç kalmış…
İdari mekanizma, siyasetin tabiatında olan ve ekonomiden ileri gelen kendi kronik iç hastalıklarıyla boğuşuyor.
Çoğunluk, sağlıklı bir genel düzen yerine, kendi kısa vadeli- güncel plânlamaların peşinde…
Böylece, Zümrüt Yalova, giderek tüm güzelliklerini yitiriyor.
Kentler, yeryüzünde insanlığın yüzlerce, hatta binlerce yıllık kültürlerinin yaratıldığı ve doyasıya yaşandığı yerlerdir. Kentleri diğer yerleşmelerden ayıran sadece fiziki büyüklükleri değildir.
Kültür birikimi de sosyal ve ekonomik yapısıyla birlikte, yerleşim yerlerine gerçek bir kent olma niteliğini kazandırmıştır.
Kültürel kimlik, aynı zamanda o kentin kişiliğidir. Kapalıçarşı’yı ya da Topkapı Sarayı’nı görmeden İstanbul, Kaleiçi’ni görmeden Antalya, Yeşil Külliyesi’ni ya da Ulucami’yi görmeden Bursa, Balıklıgöl’ü görmeden Şanlıurfa görülmüş sayılmaz.
Tüm bu ve bunlar gibi kentler, kendilerini tarihî, coğrafî ve kültürel değerlerinden oluşan kimlikleriyle tanıtırlar.
Bugün, uygar dünya, kentlerin kimliklerini korumak; tarihî, coğrafî ve kültürel karakterlerini yaşatmak için her türlü çabayı gösteriyor.
Hollanda’nın başkenti Amsterdam’da imar yönetmeliği, “bu kentte, tarihî çevre ile uyumsuz bina yapılamaz” maddesiyle başlıyor.
İtalya’da, Cenova kentinde eski mahalleleri yıkmamak için, motorlu ulaşım yolları bile kentin altından tüneller açılarak geçiriliyor.
İngiltere’de, Londra’nın belki de yarısını kaplayan iki- üç katlı sıra evler yıkılıp yerlerine yirmi- yirmi beş katlı apartmanlar dikilemiyor.
Eski Roma, eski Viyana, eski Londra’nın göbeğine gökdelenler dikilemiyor. İnsan, Prag’ı, Budapeşte’yi, Floransa’yı ve buradaki tarihi anıtları- çeşmeleri- meydanları-merdivenleri-köprüleri gördüğü zaman, gözlerine inanamıyor.
Bunlar oldukları gibi korunuyorlar.
Buralarda, trafiğe elverişsiz diye evler yıkılıp, sokak ve caddeler genişletilmiyor. Aksine tarihî yerler olduğu gibi korunurken, çok katlı binalar ve geniş yollar, eski kentlerin dışındaki yeni yerleşim yerlerine yapılıyor.
Bizde ise, Avrupa’daki yaşıtlarından hiçte geri olmayan eski kentlerimizin kültürel kimlikleri neredeyse tümüyle yok edildi, gitti. Yeni ve modern yapılaşma özentisiyle, kültürel ve tarihî kimlik yok edildi, yok edilmeye devam ediliyor.
Yalova, tarihî ve turistik bir yer değildir. Yalova’nın özelliği, üç büyük kentin ortasında, denize girme olanakları sunan, Termal’i ile hastalıklara şifa veren, el değmemiş doğasıyla insanı dinlendiren sade bir sahil yerleşimiydi.
Körfez’e yapılan sanayi tesisleriyle denize artık girilemiyor. Termal tesisleri, Avrupai tarzda işletilemediği için, dünyadaki hatta Türkiye’deki örneklerinden geri kaldı.
Geriye, sadece el değmemiş bakir doğası kalmıştı. O da, giderek ve hızla yok oluyor.
Yalova’nın o güzelim kumsallarının üzeri dolduruldu, sonra da dolan yerlere çim ekildi. Çim mi önemliydi, doğal kumsal mı?
Gazipaşa Caddesi’ndeki o güzelim ağaçlara kocaman demir kazıklarla aydınlatma lambaları takıldı; ışıklandırma uğruna ağaçlar ölüyor, kimse farkında değil.
Atatürk’ün yaptırdığı o güzelim Yalova- Termal yolu, yani Çınarlı Hıyaban, yol kenarındaki uygun olmayan yapılaşmadan dolayı genişletilemiyor.
Termal’in arazisi, hem Gökçedere, hem de Üvezpınar tarafından kemiriliyor; çeşitli yazışmalara rağmen müeyyide yok.
Birinci sınıf tarım arazisi olan Atatürk Çiftlikleri (sözüm ona Atatürk’ün emanetleri), koca Yalova’da başka yer yokmuş gibi, okul için, üniversite için düşünülüyor, içinden yol geçirmek gibi anlamsız düşüncelerle azar azar elden çıkarılıyor. (Duyduğum doğruysa, karşı çıkan da görevden alınıyor)
Kimileri, bütün bu yok oluşu, bu kültürsüzleşmeyi, bu çirkin ve anlamsız betonlaşmayı tek sebebe bağlıyorlar: “Kalkınmak”
Bu gerekçe hiç de mantıklı değil. Uygarca da değil. Uygar ülkeler, bizden kat kat ileri düzeyde olan teknolojik olanaklarını, kimliklerinin köklerini kazımak için değil, tam tersine, kültürlerini yaşatmak ve böylece daha güçlü uygarlıklara ulaşmak için kullanılıyorlar.
Bakalım biz, Yalova’da, ne zaman anlamsız ve şekilsiz betonarme yapmak yerine, Yalova kimliğine en saygılı mimaride betonarmeyi kullanmakla övünebileceğiz?
Bakalım, günümüzde çevreye saygısızlığın ön plânda olduğu Yalova’da, gelecekte Yalova’nın kent kimliği denince ne anlaşılacak?
Not olarak da belirteyim: Yeşil Mavi Yol, ulaşım kolaylığı sağlaması bakımından belki yararlı olabilir ama, bu yolun Yalova’nın kent kimliğine en ufak katkısı olacağına inanmıyorum.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ahmet Akyol
Kentlerin Bir Kimliği Vardır
Yalova’ya dışarıdan gelmiş yakınlarınıza gösterebileceğiniz, Yalova’ya özgü yapılmış, bir başka yerde bulunamayacak güzel bir yapı var mı?
Biraz düşünün, bakalım bulabilecek misiniz?
Yürüyen Köşk’ü düşünmeyin, o Atatürk’e mahsus ve ona ait özellikler taşıyan ayrı bir olay…
Yalovalı’nın Yalova için yaptığı bir bina düşünün…
Ya da sadece Yalova’ya ait özgün bir cami, özgün bir köprü, bir heykel, bir park, bir obje, vb…
Benim için yok.(Pardon: özgün Atatürk heykeli gözden uzaklaştırıldı, Gacık Köyü’nde bulunan stelin anlamının ise kimse farkında değil)
Her taraf estetikten yoksun, denizi kapatmış, yüksek beton yığınlarıyla kaplı…(Bir ara benim için Yalova’nın en güzel binası, Gazipaşa Caddesi’nde, PTT ve köprüyü geçtikten sonra, sağ tarafta deniz kıyısında bulunan “Aşı Boyalı Karaca Evi” idi. Onu da, bana göre,son derece çirkin bir sarı renge boyadılar, gözümden düştü.)
Görüyoruz ki, bürokrasi gelişmeleri plânlama ve kontrol altına alabilmekte hazırlıksız olduğu için geç kalmış…
İdari mekanizma, siyasetin tabiatında olan ve ekonomiden ileri gelen kendi kronik iç hastalıklarıyla boğuşuyor.
Çoğunluk, sağlıklı bir genel düzen yerine, kendi kısa vadeli- güncel plânlamaların peşinde…
Böylece, Zümrüt Yalova, giderek tüm güzelliklerini yitiriyor.
Kentler, yeryüzünde insanlığın yüzlerce, hatta binlerce yıllık kültürlerinin yaratıldığı ve doyasıya yaşandığı yerlerdir. Kentleri diğer yerleşmelerden ayıran sadece fiziki büyüklükleri değildir.
Kültür birikimi de sosyal ve ekonomik yapısıyla birlikte, yerleşim yerlerine gerçek bir kent olma niteliğini kazandırmıştır.
Kültürel kimlik, aynı zamanda o kentin kişiliğidir. Kapalıçarşı’yı ya da Topkapı Sarayı’nı görmeden İstanbul, Kaleiçi’ni görmeden Antalya, Yeşil Külliyesi’ni ya da Ulucami’yi görmeden Bursa, Balıklıgöl’ü görmeden Şanlıurfa görülmüş sayılmaz.
Tüm bu ve bunlar gibi kentler, kendilerini tarihî, coğrafî ve kültürel değerlerinden oluşan kimlikleriyle tanıtırlar.
Bugün, uygar dünya, kentlerin kimliklerini korumak; tarihî, coğrafî ve kültürel karakterlerini yaşatmak için her türlü çabayı gösteriyor.
Hollanda’nın başkenti Amsterdam’da imar yönetmeliği, “bu kentte, tarihî çevre ile uyumsuz bina yapılamaz” maddesiyle başlıyor.
İtalya’da, Cenova kentinde eski mahalleleri yıkmamak için, motorlu ulaşım yolları bile kentin altından tüneller açılarak geçiriliyor.
İngiltere’de, Londra’nın belki de yarısını kaplayan iki- üç katlı sıra evler yıkılıp yerlerine yirmi- yirmi beş katlı apartmanlar dikilemiyor.
Eski Roma, eski Viyana, eski Londra’nın göbeğine gökdelenler dikilemiyor.
İnsan, Prag’ı, Budapeşte’yi, Floransa’yı ve buradaki tarihi anıtları- çeşmeleri- meydanları-merdivenleri-köprüleri gördüğü zaman, gözlerine inanamıyor.
Bunlar oldukları gibi korunuyorlar.
Buralarda, trafiğe elverişsiz diye evler yıkılıp, sokak ve caddeler genişletilmiyor. Aksine tarihî yerler olduğu gibi korunurken, çok katlı binalar ve geniş yollar, eski kentlerin dışındaki yeni yerleşim yerlerine yapılıyor.
Bizde ise, Avrupa’daki yaşıtlarından hiçte geri olmayan eski kentlerimizin kültürel kimlikleri neredeyse tümüyle yok edildi, gitti. Yeni ve modern yapılaşma özentisiyle, kültürel ve tarihî kimlik yok edildi, yok edilmeye devam ediliyor.
Yalova, tarihî ve turistik bir yer değildir.
Yalova’nın özelliği, üç büyük kentin ortasında, denize girme olanakları sunan, Termal’i ile hastalıklara şifa veren, el değmemiş doğasıyla insanı dinlendiren sade bir sahil yerleşimiydi.
Körfez’e yapılan sanayi tesisleriyle denize artık girilemiyor.
Termal tesisleri, Avrupai tarzda işletilemediği için, dünyadaki hatta Türkiye’deki örneklerinden geri kaldı.
Geriye, sadece el değmemiş bakir doğası kalmıştı.
O da, giderek ve hızla yok oluyor.
Yalova’nın o güzelim kumsallarının üzeri dolduruldu, sonra da dolan yerlere çim ekildi.
Çim mi önemliydi, doğal kumsal mı?
Gazipaşa Caddesi’ndeki o güzelim ağaçlara kocaman demir kazıklarla aydınlatma lambaları takıldı; ışıklandırma uğruna ağaçlar ölüyor, kimse farkında değil.
Atatürk’ün yaptırdığı o güzelim Yalova- Termal yolu, yani Çınarlı Hıyaban, yol kenarındaki uygun olmayan yapılaşmadan dolayı genişletilemiyor.
Termal’in arazisi, hem Gökçedere, hem de Üvezpınar tarafından kemiriliyor; çeşitli yazışmalara rağmen müeyyide yok.
Birinci sınıf tarım arazisi olan Atatürk Çiftlikleri (sözüm ona Atatürk’ün emanetleri), koca Yalova’da başka yer yokmuş gibi, okul için, üniversite için düşünülüyor, içinden yol geçirmek gibi anlamsız düşüncelerle azar azar elden çıkarılıyor. (Duyduğum doğruysa, karşı çıkan da görevden alınıyor)
Kimileri, bütün bu yok oluşu, bu kültürsüzleşmeyi, bu çirkin ve anlamsız betonlaşmayı tek sebebe bağlıyorlar: “Kalkınmak”
Bu gerekçe hiç de mantıklı değil.
Uygarca da değil.
Uygar ülkeler, bizden kat kat ileri düzeyde olan teknolojik olanaklarını, kimliklerinin köklerini kazımak için değil, tam tersine, kültürlerini yaşatmak ve böylece daha güçlü uygarlıklara ulaşmak için kullanılıyorlar.
Bakalım biz, Yalova’da, ne zaman anlamsız ve şekilsiz betonarme yapmak yerine, Yalova kimliğine en saygılı mimaride betonarmeyi kullanmakla övünebileceğiz?
Bakalım, günümüzde çevreye saygısızlığın ön plânda olduğu Yalova’da, gelecekte Yalova’nın kent kimliği denince ne anlaşılacak?
Not olarak da belirteyim: Yeşil Mavi Yol, ulaşım kolaylığı sağlaması bakımından belki yararlı olabilir ama, bu yolun Yalova’nın kent kimliğine en ufak katkısı olacağına inanmıyorum.