Cumhuriyet'in ilânından 16 gün önce, 13 Ekim 1923 günü, Ankara başkent ilân edilmişti.
Başkent, bir devletin beynidir. Tıpkı insanın bütün sinir sisteminin beyinde toplanması gibi, devletin bütün birimleri de başkentte toplanır. Devlet Başkanı, Meclis, Hükümet, Bakanlar ve Bakanlıklar, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Sayıştay, Yargıtay başkenttedir. Başkent, devletin yönetim merkezi, karargâhı, düşünen beyni, çarpan kalbidir. Yasalar başkentte çıkarılır, kararlar başkentte alınır. Emirler başkentten verilir. Başkent, ülkenin gelecek kuşaklarını da etkileyebilecek, bütün ülkeye damgasını vurabilecek bir durumdadır.
Dolayısıyla başkent, ülkenin en güvenli yerinde olur. Bunun için başlangıçta nehir veya deniz kıyılarında kurulan başkentler, sonraları daha içerilere taşınmıştır.
Örneğin: Rusya’nın başkenti önceleri Baltık Denizi kıyısındaki Petrograd (Bugün Leningrad)’dı, sonraları daha içeride olan Moskova’ya taşındı. Hindistan’ın başkenti deniz kıyısındaki Calcutta’ dan, ülkenin iç kısımlarında bulunan Yeni Delhi’ye taşındı. Pakistan’ın başkenti Karaçi’den İslâmabad’a, Brezilya’nın başkenti Rio de Janerio’dan Brasilia’ya, Avurtralya’nın başkenti Sidney’den Canberra’ya alındı.
Görülen o ki, yakın çağlarda başkentler önceleri deniz kıyılarında kurulmuş, sonraları bu başkentler emniyetsiz bulunarak bırakılmış ve ülke içlerinde yeni başkentler seçilmiş.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti önceleri İznik idi, sonra Konya oldu.
Orhan Gazi, Osmanoğulları’ nın başkentini Bursa yapmıştı. Bu devlet çok geçmeden Marmara Denizi’ ni atlayıp Avrupa kıtasında genişlemeye başlayınca, başkentini de Bursa’ dan Edirne’ ye kaydırdı. 1453’te İstanbul fethedilince de, başkent burası oldu.
Üç başlı bir başkentti İstanbul: Payitaht-ı Saltanat-ı Seniyye, Makarr-ı Hilafet-i İslâmiyye, Merkez-i Hükümet-i Osmaniyye idi. “ Pay-i taht”, tahtın ayak dibi, tahtın bulunduğu yer demektir. İstanbul, Osmanlı tahtının bulunduğu şehir, saltanat merkezi, hilafet merkezi ve Osmanlı hükümet merkeziydi.
Coğrafi bakımdan da rakipsiz bir konumdaydı; imparatorluğun ortasında yer alıyordu. Doğuda Anadolu, batıda Rumeli ve orta yerde başkent İstanbul… Devletin jeopolitik dengesi böyle kurulmuştu.
Osmanlı güçlüyken bir sorun yoktu. Ancak, arka arkaya girilen savaşlar Osmanlı Devleti’ni yıpratmaya başlayınca, İstanbul, karadan ve denizden tehditlere açık hale geldi. Koskoca Osmanlı Padişahı, başkentindeki sarayında, denizdeki bir geminin top atışından korkar oldu.
Başkent, ülkenin en güvenli yeri olması gerekirken en güvensiz kenti oldu; en son düşman eline düşeceği yerde, en önce işgale uğradı. Ülkeye egemen olması gereken başkentin kendisi boyunduruk altına girdi.
Artık, Anadolu içlerinde yeni bir başkent aramak tarihi bir sorumluluktu.
Ancak, başkentin Anadolu içlerine taşınması fikri, Milli Mücadele’de ortaya çıkmış değildir.
Daha önce de bu fikir sık sık gündeme gelmişti. Örneğin, Genç Osman diye bilinen 2’inci Sultan Osman (1604- 1622) da, başkenti İstanbul’dan Anadolu içlerine nakletmeyi düşünmüştü.
Osmanlı Devleti’nin başkentini Anadolu içlerine taşıma fikrini ilk defa ciddi bir biçimde gündeme getiren kişi, Osmanlı Yardım Heyeti’nde bulunan Alman Generali Goltz (Golç) Paşa’dır. O, 1897’de şöyle demişti:
“ Osmanlı İmparatorluğu’nu köklü reformlarla kurtarmak isteyecek bir büyük hükümdarın, başkenti Türkçe ile Arapça' nın sınırı üzerinde bir yere, mesela Konya’ya veya Kayseri’ye, hatta belki de daha güneye bir yere nakletmesi gerekecektir. ...İstanbul’u savunmak çok zordur. İstanbul’u karadan ve denizden savunmak için buraya çok büyük sayıda asker yığmak gerekir ki, bu doğal bir yığınak olmaz.
İstanbul, hem karadan, hem de denizden saldırıya açıktır. İstanbul’un savunulabilmesi için olağanüstü büyük miktarda askeri burada tutmak gerekir. Ayrıca, İstanbul’da kalacak hükümet, Asya topraklarıyla da yeterince ilgilenemez. İstanbul, hükümetin çalışma yeri olamaz.”
Korkulan oldu ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti’ nin başkent kolaylıkla ve hatta hiç direniş göstermeden işgal edildi.
Oysa Ankara konum itibariyle çok farklıydı. Ankara, o zamanlar eski bir kale ile hastalık saçan bir bataklık arasında harap, perişan, 20- 25 bin nüfuslu, tükenmiş bir orta Anadolu şehrinden başka bir şey değildi. Gerçi Ankara haraptı, ekonomik hayatı her geçen gün biraz daha artarak çökmekteydi ama kuvvetli gelenekleri olan bir şehirdi. Kökleri asırlara varan halk kuruluşları henüz ayaktaydı. Loncalar, Ahilik teşkilâtı içinde yaşıyordu. Zaten, Anadolu’nun sosyo- ekonomik tarihinde, lonca müesseseleri bakımından Ankara, daima en ileri ve en güçlü bir merkez olmuştu. Belli usul ve gelenekleri olan, başları, liderleri, idarecileri, idare yerleri ve usulleri bulunan ve aslında şehrin sivil silâhlı gücünü oluşturan Seymenler, Ankara’da bozulmamış bir disiplin içinde yaşıyorlardı.
Ankara, Anadolu’da stratejik önemi fazla olan şehirlerden biri olup, demiryolu ile İstanbul’a irtibatlı bulunması sebebiyle Orta Anadolu’da birçok şehrin, devletin merkeziyle irtibatını sağlayan bir kapı durumundaydı.
Ankara, 27 Aralık 1919 günü, Mustafa Kemal Paşa’ nın gelişiyle birlikte Heyeti Temsiliye’ nin merkezi olmuştu; 23 Nisan 1920’ de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ nin açılmasıyla millî mücadelenin de merkezi oldu.
Ancak, Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra Ankara ve başkent kelimeleri yan yana anılmaya başladı.
1 Kasım 1922’de, Saltanat kaldırıldı ama Ankara’daki hükûmet İstanbul’a taşınmadı.
17 Kasım 1922’de, son Osmanlı Padişahı Sultan Vahideddin, bir İngiliz zırhlısı ile kaçınca, TBMM Hükûmeti yine Ankara’da kaldı.
Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra gelişen durum üzerine, Dışişleri Bakanı İsmet Paşa ve arkadaşları, 9 Ekim 1923 günü, bir maddelik “Türkiye Devleti’nin başkenti Ankara’dır” yasa tasarısını Meclis’e önerdiler.
Yasa tasarısı komisyonlarda fazla beklemeden 13 Ekim 1923 günü, Meclis Genel Kurulu’na geldi ve uzun görüşmelerden sonra büyük çoğunlukla kabul edildi.
Ankara, bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin başkentidir ve ( günümüzde başkentte bulunan bazı unsurlar siyasî tercihle İstanbul’a taşınsa da) şüphesiz sonsuza dek başkent olarak kalacaktır.
GÜNCEL BİR NOT:
Türkiye Cumhuriyeti’ nin bekası için en büyük tehdit, sığınmacılardır!
Türkiye’ nin ihtiyacı yeni bir Anayasa değil, mevcut Anayasa’ nın doğru olarak uygulanmasıdır!
Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.
NE MUTLU TÜRK’ ÜM DİYENE!
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ahmet Akyol
Bir Başkentin Doğuşu
GÜNÜNÜZ AYDINLIK OLSUN.
Değerli Okurlar,
Cumhuriyet'in ilânından 16 gün önce, 13 Ekim 1923 günü, Ankara başkent ilân edilmişti.
Başkent, bir devletin beynidir. Tıpkı insanın bütün sinir sisteminin beyinde toplanması gibi, devletin bütün birimleri de başkentte toplanır. Devlet Başkanı, Meclis, Hükümet, Bakanlar ve Bakanlıklar, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Sayıştay, Yargıtay başkenttedir. Başkent, devletin yönetim merkezi, karargâhı, düşünen beyni, çarpan kalbidir. Yasalar başkentte çıkarılır, kararlar başkentte alınır. Emirler başkentten verilir. Başkent, ülkenin gelecek kuşaklarını da etkileyebilecek, bütün ülkeye damgasını vurabilecek bir durumdadır.
Dolayısıyla başkent, ülkenin en güvenli yerinde olur. Bunun için başlangıçta nehir veya deniz kıyılarında kurulan başkentler, sonraları daha içerilere taşınmıştır.
Örneğin: Rusya’nın başkenti önceleri Baltık Denizi kıyısındaki Petrograd (Bugün Leningrad)’dı, sonraları daha içeride olan Moskova’ya taşındı. Hindistan’ın başkenti deniz kıyısındaki Calcutta’ dan, ülkenin iç kısımlarında bulunan Yeni Delhi’ye taşındı. Pakistan’ın başkenti Karaçi’den İslâmabad’a, Brezilya’nın başkenti Rio de Janerio’dan Brasilia’ya, Avurtralya’nın başkenti Sidney’den Canberra’ya alındı.
Görülen o ki, yakın çağlarda başkentler önceleri deniz kıyılarında kurulmuş, sonraları bu başkentler emniyetsiz bulunarak bırakılmış ve ülke içlerinde yeni başkentler seçilmiş.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti önceleri İznik idi, sonra Konya oldu.
Orhan Gazi, Osmanoğulları’ nın başkentini Bursa yapmıştı. Bu devlet çok geçmeden Marmara Denizi’ ni atlayıp Avrupa kıtasında genişlemeye başlayınca, başkentini de Bursa’ dan Edirne’ ye kaydırdı. 1453’te İstanbul fethedilince de, başkent burası oldu.
Üç başlı bir başkentti İstanbul: Payitaht-ı Saltanat-ı Seniyye, Makarr-ı Hilafet-i İslâmiyye, Merkez-i Hükümet-i Osmaniyye idi. “ Pay-i taht”, tahtın ayak dibi, tahtın bulunduğu yer demektir. İstanbul, Osmanlı tahtının bulunduğu şehir, saltanat merkezi, hilafet merkezi ve Osmanlı hükümet merkeziydi.
Coğrafi bakımdan da rakipsiz bir konumdaydı; imparatorluğun ortasında yer alıyordu. Doğuda Anadolu, batıda Rumeli ve orta yerde başkent İstanbul… Devletin jeopolitik dengesi böyle kurulmuştu.
Osmanlı güçlüyken bir sorun yoktu. Ancak, arka arkaya girilen savaşlar Osmanlı Devleti’ni yıpratmaya başlayınca, İstanbul, karadan ve denizden tehditlere açık hale geldi. Koskoca Osmanlı Padişahı, başkentindeki sarayında, denizdeki bir geminin top atışından korkar oldu.
Başkent, ülkenin en güvenli yeri olması gerekirken en güvensiz kenti oldu; en son düşman eline düşeceği yerde, en önce işgale uğradı. Ülkeye egemen olması gereken başkentin kendisi boyunduruk altına girdi.
Artık, Anadolu içlerinde yeni bir başkent aramak tarihi bir sorumluluktu.
Ancak, başkentin Anadolu içlerine taşınması fikri, Milli Mücadele’de ortaya çıkmış değildir.
Daha önce de bu fikir sık sık gündeme gelmişti. Örneğin, Genç Osman diye bilinen 2’inci Sultan Osman (1604- 1622) da, başkenti İstanbul’dan Anadolu içlerine nakletmeyi düşünmüştü.
Osmanlı Devleti’nin başkentini Anadolu içlerine taşıma fikrini ilk defa ciddi bir biçimde gündeme getiren kişi, Osmanlı Yardım Heyeti’nde bulunan Alman Generali Goltz (Golç) Paşa’dır. O, 1897’de şöyle demişti:
“ Osmanlı İmparatorluğu’nu köklü reformlarla kurtarmak isteyecek bir büyük hükümdarın, başkenti Türkçe ile Arapça' nın sınırı üzerinde bir yere, mesela Konya’ya veya Kayseri’ye, hatta belki de daha güneye bir yere nakletmesi gerekecektir. ...İstanbul’u savunmak çok zordur. İstanbul’u karadan ve denizden savunmak için buraya çok büyük sayıda asker yığmak gerekir ki, bu doğal bir yığınak olmaz.
İstanbul, hem karadan, hem de denizden saldırıya açıktır. İstanbul’un savunulabilmesi için olağanüstü büyük miktarda askeri burada tutmak gerekir. Ayrıca, İstanbul’da kalacak hükümet, Asya topraklarıyla da yeterince ilgilenemez. İstanbul, hükümetin çalışma yeri olamaz.”
Korkulan oldu ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti’ nin başkent kolaylıkla ve hatta hiç direniş göstermeden işgal edildi.
Oysa Ankara konum itibariyle çok farklıydı. Ankara, o zamanlar eski bir kale ile hastalık saçan bir bataklık arasında harap, perişan, 20- 25 bin nüfuslu, tükenmiş bir orta Anadolu şehrinden başka bir şey değildi. Gerçi Ankara haraptı, ekonomik hayatı her geçen gün biraz daha artarak çökmekteydi ama kuvvetli gelenekleri olan bir şehirdi. Kökleri asırlara varan halk kuruluşları henüz ayaktaydı. Loncalar, Ahilik teşkilâtı içinde yaşıyordu. Zaten, Anadolu’nun sosyo- ekonomik tarihinde, lonca müesseseleri bakımından Ankara, daima en ileri ve en güçlü bir merkez olmuştu. Belli usul ve gelenekleri olan, başları, liderleri, idarecileri, idare yerleri ve usulleri bulunan ve aslında şehrin sivil silâhlı gücünü oluşturan Seymenler, Ankara’da bozulmamış bir disiplin içinde yaşıyorlardı.
Ankara, Anadolu’da stratejik önemi fazla olan şehirlerden biri olup, demiryolu ile İstanbul’a irtibatlı bulunması sebebiyle Orta Anadolu’da birçok şehrin, devletin merkeziyle irtibatını sağlayan bir kapı durumundaydı.
Ankara, 27 Aralık 1919 günü, Mustafa Kemal Paşa’ nın gelişiyle birlikte Heyeti Temsiliye’ nin merkezi olmuştu; 23 Nisan 1920’ de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ nin açılmasıyla millî mücadelenin de merkezi oldu.
Ancak, Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra Ankara ve başkent kelimeleri yan yana anılmaya başladı.
1 Kasım 1922’de, Saltanat kaldırıldı ama Ankara’daki hükûmet İstanbul’a taşınmadı.
17 Kasım 1922’de, son Osmanlı Padişahı Sultan Vahideddin, bir İngiliz zırhlısı ile kaçınca, TBMM Hükûmeti yine Ankara’da kaldı.
Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra gelişen durum üzerine, Dışişleri Bakanı İsmet Paşa ve arkadaşları, 9 Ekim 1923 günü, bir maddelik “Türkiye Devleti’nin başkenti Ankara’dır” yasa tasarısını Meclis’e önerdiler.
Yasa tasarısı komisyonlarda fazla beklemeden 13 Ekim 1923 günü, Meclis Genel Kurulu’na geldi ve uzun görüşmelerden sonra büyük çoğunlukla kabul edildi.
Ankara, bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin başkentidir ve ( günümüzde başkentte bulunan bazı unsurlar siyasî tercihle İstanbul’a taşınsa da) şüphesiz sonsuza dek başkent olarak kalacaktır.
GÜNCEL BİR NOT:
Türkiye Cumhuriyeti’ nin bekası için en büyük tehdit, sığınmacılardır!
Türkiye’ nin ihtiyacı yeni bir Anayasa değil, mevcut Anayasa’ nın doğru olarak uygulanmasıdır!
Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.
NE MUTLU TÜRK’ ÜM DİYENE!