Sosyal Hizmetler Müdürü Serap Şenocak, 8 Mart Dünya Kadınlar günü nedeniyle yaptığı yazılı açıklamada “ 8.Mart.Dünya kadınlar gününün tüm dünya kadınlarına ve ülkemiz kadınlarına kutlu olmasını
Haber Giriş Tarihi: 07.03.2007 00:00
Haber Güncellenme Tarihi: 01.01.1970 02:00
Kaynak:
Haber Merkezi
yalovamiz.com
Sosyal Hizmetler Müdürü Serap Şenocak, 8 Mart Dünya Kadınlar günü nedeniyle yaptığı yazılı açıklamada “8.Mart.Dünya kadınlar gününün tüm dünya kadınlarına ve ülkemiz kadınlarına kutlu olmasını diliyorum” dedi.
Şenocak açıklamasını şöyle sürdürdü: “Kadınların toplumda erkeklerle eşit haklar elde etme mücadelesi dünyada 1789 Fransız Devrimine kadar uzanmakta, 8 Mart 1857’de New York’da 40.000 kadar işçinin 8 saatlik çalışma süresi ve eşit işe eşit ücret istekleriyle başlattıkları grevde polis müdahalesi ve yangın nedeniyle 129 kadının hayatını kaybetmesi olayıdır. 1910 yılında Kopenhag’da ölen işçi kadınların anısına 8 Mart gününün “Uluslararası Kadın Günü” olarak kutlanması önerilmiş, 16 Aralık 1977’de Birleşmiş Milletler 8 Mart gününü “Kadın Hakları İçin Birleşmiş Milletler Günü” olarak ilan etmiştir. Böylece Birleşmiş Milletlere üye tüm ülkelerde bu gün “Uluslar arası Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlamıştır. Uluslar arası Af Örgütünün günümüz araştırmalarında kadınlarla ilgili çarpıcı sonuçları görmekteyiz.
Rapora göre dünyada her 5 kadından biri işkence görmektedir. İşkencecilerin çoğunluğunun aile ya da toplum üyelerinden veya işverenler arasından çıktığı anlaşılmıştır. Dünyada 130 milyon kadının sünnetli olduğu, 4 ile 12 yaşları arasında 6 bin kız çocuğunun da sünnet edileceği açıklamıştır, bu geleneğin yaşatıldığı ülkeler arasında Somali, Mali sayılmaktadır. Aynı raporda namus cinayetleri ve kadınların alınıp satıldığı ülkeler arasında Irak, Ürdün, Pakistan ve Türkiye sayılmaktadır. 8 Martı kutladığımız şu dakikalarda yüzlerce kadın kim bilir hangi coğrafyada hangi törenin kurbanı olmaktadır. Kadınların dünyada hak ettikleri konuma geldikleri tek ülkenin İsveç olduğu söylenebilir.
Ülkemizde ise Atatürk’ün milli mücadeleyi başlattığı yıllarda kadın hareketlerinin görüldüğünü, yıllarca hayal dahi edilemeyen, bugün bile birçok toplumda özlenen hakların Cumhuriyetin ve Devrimlerin mimarı Atatürk’ün reformlarıyla kazanıldığını görürüz. Yüz yıl önce aile düzeninde vatandaş dahi sayılmayan pasif kişilikli kadından, Cumhuriyet döneminde yüceltilen, hukuken hakları temsil edilen aktif kadın kavramına geçiş, mucizevi bir oluşumdur. Türk kadını da davasına sahip çıkmış, cepheden hastaneye, tarladan, fabrikaya, yün örmekten mermi yapmaya, büyük şuur ve kararlılıkla koşmuş, yüzyılların ezikliğinden silkinmiştir. Bununla birlikte Türk kadını özellikle siyasi haklarını kazanmasına rağmen yıllardır gereken düzeyde kullanmadığını görüyoruz.
Ülkemizde kadına yakıştırılan meslekler genellikle annelik ve eşlik imajına uygun meslek olmuştur. Çalışan ve yüksek düzeyde eğitim görmüş kadınlarsa kolay kolay yönetici mevkilere gelmemekte bir an önce emekli olup rahat yaşam biçimine girme eğilimlerinde olmaktadırlar. Genellikle kadın dış görünüşü, cinselliği, kozmetik ve süs tüketicisi kimliği ile öne çıkartılan bir meta olmuştur. Daha çok ne söylediği ile değil, başardığı işiyle değil, nasıl göründüğü ile ilgilenilmiştir. Türkiye’de kadınlar evleninceye kadar baba ve ağabeylerinin, evlendikten sonra kocalarının, daha sonrada erkek çocuklarının yönlendirmesine göre yaşamaktadırlar. Kadın genellikle eğitimini yuva kurarken ya da evlenip çocuk sahibi olduktan sonra yarım bırakmaktadır. Bazı ailelerde gelinlikle çıkıp ancak geriye kefenle dönebilme tehditleri devam edebilmektedir.
Özellikle kırsal kesimdeki kadınlarımız imam nikahı ile evlenmekte, çok eşlilik, kuma getirme hala görülebilmektedir. Hala kız çocukları okutulmayıp küçük yaşta evlendirilebilmektedir. Kadınların yaşamları üzerine kararlar alınırken onların ne düşündüğü, ne hissettiği hesaba katılmayabilmektedir. İktisadi değeri gözükmediği için tarlada, bahçede çalışan köy kadınlarımızın bu işleri değersiz ve önemsiz işler olarak nitelendirilmektedir. Kadınlarımızın bir diğer gizli tuttukları, kimseyle paylaşamadıkları aile içinde yaşadıkları şiddet olaylarıdır. Boşanmış kadınlar üzerinde yapılan araştırmalarda çoğunluğunun eşleri tarafından yoğun bir şekilde sözel, fiziksel şiddete maruz kaldıkları tespit edilmiştir.
Ülkemiz kadınları açısından bir diğer önemli gördüğüm, araştırmaların da işaret ettiği sanayileşmenin neticesinde görülen göç olgusu ile kadınların kırsal alandaki baskıcı gelenek göreneklerden kurtulmakla birlikte kentin sunduğu olanaklardan yararlanamama durumunda, gittikçe kötüleşen ekonomik koşullar söz konusu olduğunda, sağlıklarının kötüye gitmesi, eş ve çocuklarıyla ilişkilerinin bozulduğu, kaygı düzeylerinin arttığıdır. Yalnızca ekonomik, sağlık ya da eğitim hizmetleri değil, aynı zamanda bilinçlendirmeye yönelik sosyal çalışmaları ve psikolojik hizmetleri de bu kadınlara ulaştırmak gerekmektedir. Takdir edersiniz ki kadınlar aile içerisindeki ilişkiler açısından çoğunlukla anahtar bir rol oynamaktadırlar. Kadınların annelik, karılık, eğiticilik, arkadaşlık görevlerini yerine getirebilmesi için bilgisiz, baskı altında yaşamadan, erkeklerle aynı dünyayı paylaşarak, tutsaklık altında tutulmadan kendilerini eksik varlıklardan saymadan, erkeklerin gelebilecekleri tüm konumlara gelebileceğine inanmalıdırlar. Erkekler ne denli gelişirlerse gelişsinler, kadınlarda onlarla beraber ilerlemezlerse tam uygarlık sağlanamaz. Bir ulusun erkek yarısı, kadın yarısından bağımsız yaşayamaz. İnsan haklarını tanıyıp, bir toplumun yarısını hem de değerli bir yarısını oluşturan kadınların, tarla sürmesine, dağda odun kesip sırtında taşımasına seyirci kalmadan, Atatürk’ün Cumhuriyet kadınlarının gereği, eğitim görmesine ve üst mevkilere gelebilmelerine çalışılmalıdır. Türk kadınların bu gün ki sorunları atlatacağına ve gerçek yerini toplumda alarak istenilen hedefe doğru koşacağına olan inancım tamdır.”
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Şenocak’tan 8 Mart Açıklaması
Sosyal Hizmetler Müdürü Serap Şenocak, 8 Mart Dünya Kadınlar günü nedeniyle yaptığı yazılı açıklamada “ 8.Mart.Dünya kadınlar gününün tüm dünya kadınlarına ve ülkemiz kadınlarına kutlu olmasını
Sosyal Hizmetler Müdürü Serap Şenocak, 8 Mart Dünya Kadınlar günü nedeniyle yaptığı yazılı açıklamada “8.Mart.Dünya kadınlar gününün tüm dünya kadınlarına ve ülkemiz kadınlarına kutlu olmasını diliyorum” dedi.
Şenocak açıklamasını şöyle sürdürdü: “Kadınların toplumda erkeklerle eşit haklar elde etme mücadelesi dünyada 1789 Fransız Devrimine kadar uzanmakta, 8 Mart 1857’de New York’da 40.000 kadar işçinin 8 saatlik çalışma süresi ve eşit işe eşit ücret istekleriyle başlattıkları grevde polis müdahalesi ve yangın nedeniyle 129 kadının hayatını kaybetmesi olayıdır. 1910 yılında Kopenhag’da ölen işçi kadınların anısına 8 Mart gününün “Uluslararası Kadın Günü” olarak kutlanması önerilmiş, 16 Aralık 1977’de Birleşmiş Milletler 8 Mart gününü “Kadın Hakları İçin Birleşmiş Milletler Günü” olarak ilan etmiştir. Böylece Birleşmiş Milletlere üye tüm ülkelerde bu gün “Uluslar arası Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlamıştır. Uluslar arası Af Örgütünün günümüz araştırmalarında kadınlarla ilgili çarpıcı sonuçları görmekteyiz.
Rapora göre dünyada her 5 kadından biri işkence görmektedir. İşkencecilerin çoğunluğunun aile ya da toplum üyelerinden veya işverenler arasından çıktığı anlaşılmıştır. Dünyada 130 milyon kadının sünnetli olduğu, 4 ile 12 yaşları arasında 6 bin kız çocuğunun da sünnet edileceği açıklamıştır, bu geleneğin yaşatıldığı ülkeler arasında Somali, Mali sayılmaktadır. Aynı raporda namus cinayetleri ve kadınların alınıp satıldığı ülkeler arasında Irak, Ürdün, Pakistan ve Türkiye sayılmaktadır. 8 Martı kutladığımız şu dakikalarda yüzlerce kadın kim bilir hangi coğrafyada hangi törenin kurbanı olmaktadır. Kadınların dünyada hak ettikleri konuma geldikleri tek ülkenin İsveç olduğu söylenebilir.
Ülkemizde ise Atatürk’ün milli mücadeleyi başlattığı yıllarda kadın hareketlerinin görüldüğünü, yıllarca hayal dahi edilemeyen, bugün bile birçok toplumda özlenen hakların Cumhuriyetin ve Devrimlerin mimarı Atatürk’ün reformlarıyla kazanıldığını görürüz. Yüz yıl önce aile düzeninde vatandaş dahi sayılmayan pasif kişilikli kadından, Cumhuriyet döneminde yüceltilen, hukuken hakları temsil edilen aktif kadın kavramına geçiş, mucizevi bir oluşumdur. Türk kadını da davasına sahip çıkmış, cepheden hastaneye, tarladan, fabrikaya, yün örmekten mermi yapmaya, büyük şuur ve kararlılıkla koşmuş, yüzyılların ezikliğinden silkinmiştir. Bununla birlikte Türk kadını özellikle siyasi haklarını kazanmasına rağmen yıllardır gereken düzeyde kullanmadığını görüyoruz.
Ülkemizde kadına yakıştırılan meslekler genellikle annelik ve eşlik imajına uygun meslek olmuştur. Çalışan ve yüksek düzeyde eğitim görmüş kadınlarsa kolay kolay yönetici mevkilere gelmemekte bir an önce emekli olup rahat yaşam biçimine girme eğilimlerinde olmaktadırlar. Genellikle kadın dış görünüşü, cinselliği, kozmetik ve süs tüketicisi kimliği ile öne çıkartılan bir meta olmuştur. Daha çok ne söylediği ile değil, başardığı işiyle değil, nasıl göründüğü ile ilgilenilmiştir. Türkiye’de kadınlar evleninceye kadar baba ve ağabeylerinin, evlendikten sonra kocalarının, daha sonrada erkek çocuklarının yönlendirmesine göre yaşamaktadırlar. Kadın genellikle eğitimini yuva kurarken ya da evlenip çocuk sahibi olduktan sonra yarım bırakmaktadır. Bazı ailelerde gelinlikle çıkıp ancak geriye kefenle dönebilme tehditleri devam edebilmektedir.
Özellikle kırsal kesimdeki kadınlarımız imam nikahı ile evlenmekte, çok eşlilik, kuma getirme hala görülebilmektedir. Hala kız çocukları okutulmayıp küçük yaşta evlendirilebilmektedir. Kadınların yaşamları üzerine kararlar alınırken onların ne düşündüğü, ne hissettiği hesaba katılmayabilmektedir. İktisadi değeri gözükmediği için tarlada, bahçede çalışan köy kadınlarımızın bu işleri değersiz ve önemsiz işler olarak nitelendirilmektedir. Kadınlarımızın bir diğer gizli tuttukları, kimseyle paylaşamadıkları aile içinde yaşadıkları şiddet olaylarıdır. Boşanmış kadınlar üzerinde yapılan araştırmalarda çoğunluğunun eşleri tarafından yoğun bir şekilde sözel, fiziksel şiddete maruz kaldıkları tespit edilmiştir.
Ülkemiz kadınları açısından bir diğer önemli gördüğüm, araştırmaların da işaret ettiği sanayileşmenin neticesinde görülen göç olgusu ile kadınların kırsal alandaki baskıcı gelenek göreneklerden kurtulmakla birlikte kentin sunduğu olanaklardan yararlanamama durumunda, gittikçe kötüleşen ekonomik koşullar söz konusu olduğunda, sağlıklarının kötüye gitmesi, eş ve çocuklarıyla ilişkilerinin bozulduğu, kaygı düzeylerinin arttığıdır. Yalnızca ekonomik, sağlık ya da eğitim hizmetleri değil, aynı zamanda bilinçlendirmeye yönelik sosyal çalışmaları ve psikolojik hizmetleri de bu kadınlara ulaştırmak gerekmektedir. Takdir edersiniz ki kadınlar aile içerisindeki ilişkiler açısından çoğunlukla anahtar bir rol oynamaktadırlar. Kadınların annelik, karılık, eğiticilik, arkadaşlık görevlerini yerine getirebilmesi için bilgisiz, baskı altında yaşamadan, erkeklerle aynı dünyayı paylaşarak, tutsaklık altında tutulmadan kendilerini eksik varlıklardan saymadan, erkeklerin gelebilecekleri tüm konumlara gelebileceğine inanmalıdırlar. Erkekler ne denli gelişirlerse gelişsinler, kadınlarda onlarla beraber ilerlemezlerse tam uygarlık sağlanamaz. Bir ulusun erkek yarısı, kadın yarısından bağımsız yaşayamaz. İnsan haklarını tanıyıp, bir toplumun yarısını hem de değerli bir yarısını oluşturan kadınların, tarla sürmesine, dağda odun kesip sırtında taşımasına seyirci kalmadan, Atatürk’ün Cumhuriyet kadınlarının gereği, eğitim görmesine ve üst mevkilere gelebilmelerine çalışılmalıdır. Türk kadınların bu gün ki sorunları atlatacağına ve gerçek yerini toplumda alarak istenilen hedefe doğru koşacağına olan inancım tamdır.”
En Çok Okunan Haberler