Tahaffuzhane

Ortalığı kasıp kavuran pandemik bir virüs (Covid- 19) nedeniyle, tüm dünyada sokağa çıkma yasağı, tecrit ya da karantina uygulanıyor.

Haber Giriş Tarihi: 01.01.1970 02:00
Haber Güncellenme Tarihi: 01.01.1970 02:00
yalovamiz.com

Karantina, bulaşıcı hastalıkla karşılaşmış olabilecek insan ya da başka canlıların, hastalık etkenini taşımadıkları kesinleşinceye değin belli bir yerde alıkonulmasıdır.

Bu süre, bir mikrobun insana bulaşması ile hastalık belirtilerinin ortaya çıkmasına kadar olan kuluçka dönemine eşittir. Kuluçka döneminde insanlar hasta olmadıkları halde taşıdıkları mikrobu kolayca başkalarına bulaştırabilirler.

Karantina süresi ilk zamanlar kırk gündü. Nitekim bu uygulamanın adı da 40 anlamındaki Lâtince “ quaranta” sözcüğünden gelmedir.

İnsanlık tarihinde, bazı hastalıkların bulaşıcı olduğu anlaşıldıktan sonra hasta bireyleri ya da toplulukları tecrit etmeye yönelik çok katı önlemler alındığı biliniyor.

Örneğin, XIV. yüzyılda deniz ticaretinin gelişmesi ve Doğu Akdeniz’ den dönen gemilerin veba taşıdığının anlaşılması, Venedik’ te karantina önlemlerinin alınmasına neden olmuştu.

XVI. yüzyılda karantina uygulaması, sağlık raporlarının devreye girmesiyle geliştirildi. Bu raporlar, geminin ayrıldığı son limanda bulaşıcı hastalık olmadığını bildiriyor ve varacağı ülkenin konsolosundan alınan vizenin yer aldığı temiz kâğıdını da içeriyordu.  Gemi, böylece karantinaya gerek kalmaksızın limana giriyordu. Karantina sonraları veba dışındaki hastalıklar, deniz ticaretinin gelişmesiyle ortaya çıkan sarıhumma ve ülkeler arasında seyahat edenlerin yaydığı kolera için de uygulanmaya başladı. 

XIX. yüzyıl ortalarında karantina, yararlı olmaktan çok, sorun yaratan bir uygulama haline geldi. Karantina süreleri keyfi olarak saptanıyor, ülkeden ülkeye değişiyor ve uygulamalarda bazı haksızlıklar oluyordu.

Karantina uygulamalarının neden olduğu genel hoşnutsuzluk, 1851 yılında Paris’ te ilk uluslararası sağlık konferansının toplanmasına yol açtı. Burada görüş ayrılıklarına rağmen karantina uygulamalarının standartlaştırılması konusunda önemli ilkeler saplanmasına rağmen, anlaşma ve düzenlemelere tam olarak uyulamadı.

Günümüzde bulaşıcı hastalıkların denetiminde uygulanan karantina ya da tecrit, geçmiştekine göre daha esnektir. Bulaşıcı hastalıklara karşı koruyucu aşıların geliştirilmesinden sonra karantina uygulaması eski önemini yitirmiştir. Farklı durumlarda farklı uygulamalar yapılmaktadır.

Osmanlı’ da eskiden karantina tanımı olarak “Tahaffuzhane” kullanılırdı.

Tahaffuz, Arapça “hıfz”’ dan gelir; sakınma, korunma demektir. Tahaffuzhane ise Farsça, karantina bekleme yeri anlamı verir. Her iki kelime de Osmanlıca’ ya girmiştir.

Tahaffuzhane konusu, Osmanlı Devleti’nde özellikle deniz yoluyla gelecek bulaşıcı ve salgın hastalıklara karşı korumak için gerekli sağlık önlemlerinin alındığı kurumlar olarak ortaya çıktı. Daha sonraları kara yoluyla gelenler için de kullanıldı.

1831yılında kolera salgınının başlamasıyla Karadeniz’den gelen gemilere ve 1835’te de Kale-i Sultaniye’ de (Çanakkale), Kıbrıs ve Suriye’de kolera salgını görülmesi üzerine oluşturulan geçici tahaffuzhanelerde karantina uygulamaları başladı.

Çanakkale’ de 1835’teki karantina uygulaması, Sarı Sığlar Koyu’ nda kurulan çadırlarla başladı. Altı ay kadar sürdü. Karantina uygulanmaya başlandığı andan itibaren, karantina altında bulundurulan gemilere sarı bayrak çekilmesi kabul edildi.

1837’de “Meclis-i Tahaffuz” (Karantina Meclisi) adı ile bu konuda ilk resmi kurum oluşturuldu.

“Meclis-i Tahaffuz”,1839 yılında “Meclis-i Tahaffuz-ı Ula Meclis-i Umur- u Sıhhiye” adını aldı, Meclis’ in çalışma yeri olarak da İstanbul Boğazı’ ndaki Kuleli Kışlası tahsis edildi.

Yeni Tahaffuz Meclisi, gemilerin zorunlu yapacakları işleri, şüpheli ya da bulaşık gemilerin karantina sırasında uyacakları kuralları da belirledi; 1840 yılında da karadan gelecek olanlar içinde bir tüzük yayınladı.

Bulaşıcı hastalık olan bölge veya şehirlerde karantina uygulamasına geçildi. 1841 yılına kadar Afyon, Alanya, Amasya, Ankara, Antalya, Aydın, Ayvalık, Balıkesir, Bergama, Bodrum, Bolu, Bursa, Çanakkale, Edirne, Eğin(Kemaliye), Erdek, Erzincan, Erzurum, Gümüşhane, İzmir-Urla, Karamürsel, Kemah, Kuşadası, Kütahya, Refahiye, Samsun, Sinop, Sivas, Tekirdağ, Trabzon tahaffuzhaneleri faaliyete geçti.

Meclis-i Tahaffuz-ı Ula Meclis-i Umur-u Sıhhiye, Osmanlı Ordusunun ihtiyacı nedeniyle 1842 yılında Kuleli Askeri Kışlasını boşaltmak zorunda kaldı. İdare Merkezi Galata’da Kurşunlu Mahzen yakınında Yer altı Camiinin üstünde bulunan yere taşındı.

Ayrıca Küçükçekmece’de, Kartal’da, Anadolu Kavağı’nda tahaffuzhaneler kuruldu.

Sarı renk, daha sonra karantinanın rengi olarak kabul edildi ve 1852 yılından itibaren sıhhiye gardiyanlarına da sarı şeritli üniformalar giydirilmesi kararlaştırıldı.

1914 yılında Meclis-i Umur-u Sıhhiye, Kapitülasyonlarla kaldırıldı, yerine bağımsız Türk doktor ve bilim adamlarının yönetiminde Hudut Sıhhiye Müdüriyeti kuruldu.

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti yenilince savaş sonrasında 1918’de çoğunluğu yabancılardan oluşan “Beyne’l-Müttefikin Sıhhiye Kontrol İdaresi” oluşturuldu.

 Bu durum 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması’na kadar devam etti. İtilaf Devletlerinin İstanbul’u boşaltmalarından sonra Beyne’l-Müttefikin Sıhhiye Kontrol İdaresi dağıtıldı ve yerine “İstanbul Limanı ve Boğazları Sıhhiye Müdüriyeti” kuruldu.

1924 yılında Müdüriyetin adı “Hudut ve Sevahil Sıhhiye Müdüriyeti Umumiyesi” olarak değiştirildi.

***

Tarihî gelişimi burada sonlandırdıktan sonra Türkiye’ de Osmanlı ve Cumhuriyet’ in ilk dönemlerinde kullanılan pek çok karantina merkezi içinde Anadolu Kavağı, Tuzla, Urla ve Sinop tahaffuzhanelerinden (o günleri günümüze taşımak adına) kısaca söz edelim.

İstanbul’ da İstanbul Boğazı’ nın Karadeniz’ e açılan ağzında Anadolu kıyısında Anadolu Kavağı’ nın hemen kuzeyinde, Yoros Kalesi’ nden sonra bir yamaçtan deniz kenarına inilir. Burada, eskiden karantina olarak kullanılan “Tahaffuzhane” vardı.

Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet’ in ilk yıllarında, İstanbul’ a Karadeniz yoluyla gelen gemilerdeki yolcular Anadolu Kavağı’ ndaki tahaffuzhanede karantinaya alınırdı.

Küçük bir koyda, ortasından bir dere akan, yüksek ağaçlarla kaplı cennet gibi bir vadide bulunan tahaffuzhane, Fransızlar tarafından 1842’ de kurulmuştu.  

Küçük bir rıhtımı, rıhtıma çıkan yolcuların kayıt yapıldıkları yer, duş yerleri, daha ileride konaklayacakları lojmanlar, yemek yeme yerleri, mutfakları, hatta ölenler için gasilhane/ölü yıkama yeri mezarlığı vardı.

Tahaffuzhanede  belirli sayıda doktor devamlı olarak görev yapıyordu. Ayrıca laboratuvarda çalışan bakteriyolog, muhafızlar, Fransızca ve Türkçe yazışmaları yapan kâtipler, telgraf memuru, gardiyanlar, hasta bakıcılar, hademeler, imam, gassal, etüv makinisti, etüve buhar aktarımı için su kazanıyla ilgilenen ve tebhir edilemeyen eşyaları yakan ateşçi, aşçı gibi pek çok görevli çalışıyordu. Ayrıca tahaffuzhane dâhilinde güvenliği temin etmek için görevli jandarmalar da bulunuyordu.

Gelen gemiler açıkta demirliyor, yolcular küçük teknelerle iskeleye çıkartılıyordu. Eşyalarından ayrılan yolcular önce kayıt ediliyor sonra duşa gönderiliyordu. Bu sırada eşyaları da tebhirhane denilen buharla tütsüleme odalarında etüvden geçirilerek dezenfekte ediliyordu. Duştan çıkanlar temiz elbiselerini giyiyor ve doktor kontrolüne gidiyordu.

(Aynı tarihlerde İstanbul’ da Üsküdar, Tophane ve Gedikpaşa’ da tephirhaneler/ dezenfektan merkezleri vardı)

Bu muayenede hastalığı olmayanlar yolculuğuna devam ederken hastalık belirtisi olanlar ise tahaffuzhanede kontrol ve tedavi altında tutuluyordu.

Bazen, hastalık emaresi görülmese bile tüm yolcular burada belirli bir süre misafir ediliyordu.

Hastalığı ağır olup da vefat eden misafirler için ise tahaffuzhanenin iç tarafında bir de küçük mezarlık vardı.

Tahaffuzhane, 1986 yılında askerî yasak bölgedeydi ve olduğu gibi korunuyordu.

(Anadolu Kavağı  Tahaffuzhanesi İskele Ağzından Kalanlar)

Tahaffuzhanenin bulunduğu alan, bir ara askerî yasak bölge kavramından çıktı. 1995 yılında gittiğimde gözlerime inanamadım, kaderine terk edilmiş görünümdeydi ve tamamen tahrip edilmişti. Günümüzde bölge kimin kontrolünde bilmiyorum. Oysa burası çok güzel bir Gençlik Merkezi, Sağlık Merkezi veya Tatil Merkezi olabilirdi.

*

İstanbul’ da geçmişte yapılan ve günümüze kadar gelebilmiş tahaffuzhaneden biri de Tuzla’dadır.

Bulaşıcı hastalıkları kontrol edebilmek için Anadolu’dan kara ve deniz yoluyla İstanbul’a gelen yolculara karantina uygulanan Tuzla Tahaffuzhanesi’ nde, yönetim binası, dezenfektan yerleri, karantinaya alınanlar için koğuşlar ve yemekhane binaları, mutfak, kadın ve erkekler için ayrı ayrı hastahane, tebhirhane (buharla tütsüleme/ etüvden geçirme) binası, karantina bölgesinin emniyetini sağlayacak personel için karakol binası yer almaktaydı.

(Tebhirhane)

Bu tahaffuzhane, deniz yolunu kullanarak Balkanlar’ dan gelen göçmenler ile Lozan Mübadelesi sırasında Rumeli’ den gelen mübadillerin iskân edilecekleri yerlere gönderilmeden önce sağlık kontrollerinin yapıldığı yer olarak da kullanılmıştı.

Halen İTÜ Denizcilik Fakültesi Tuzla Kampüsü içerisinde kalan, günümüze, aldığı ekler ve geçirdikleri değişikliklerle özgün görünümlerinden oldukça uzaklaşmış tebhirhane, revir ve yönetim binaları gelebilmiş olan Tuzla Tahaffuzhanesi, 2012’ de, tıp tarihi açısından taşıdığı önem nedeniyle “korunması gerekli kültür varlığı” olarak tescil edilmiştir.

*

Önemli bir karantina merkezi de, İzmir Urla’ da Karantina Adası’ nda bulunan Klazomen/Urla Tahaffuzhanesi’ dir.

Tahaffuzhane, bulaşıcı hastalıkların önlenmesi amacıyla, Kavak Tahaffuzhanesi ve Tuzla Tahaffuzhanesi gibi, 1865 yılında, Osmanlı Devleti tarafından Fransızlara yaptırılmıştı. Başlangıçta ada karayla bağlantılı olmadığı için Fransızlar, adayı karaya bağlayan bir köprü/yol da yapmışlardı.

Yolcular ve ülkenin dört bir yanından gelen hacılar için düşünülen bu tahaffuzhane, 1950 yılına kadar aktif bir şekilde çalışmaya devam etti.

Burada sadece gemilerle gelen yolcular değil, gemiler de karantinaya alınıyordu. Gemilerin bütün ambar ve kamara kapakları kapatılıyor, içeriye kükürt ve gazyağına benzer bir madde sıkılıyor; bu işlem 3 gün sürdükten sonra da tüm gemi kontrol ediliyordu. Böylece fare, bit, vb. hayvanların ülkeye girerek hastalık bulaştırması önleniyordu.

*

Osmanlı coğrafyasında kilit noktalara kurulan karantina merkezlerinden biri de Sinop Tahaffuzhanesi’ ydi. Burası, öncelikle Karadeniz yolunu kullanan hacıları taşıyan vapurların karantina ve dezenfeksiyon noktası olarak hem İstanbul’ un hem de Hac yolculuğunun sağlık açısından denetlenmesinde önemli bir kuruluş olmuştu.

Sinop Tahaffuzhanesi kurulana kadar devletin Güney Karadeniz kıyılarındaki tek tahaffuzhanesi Anadolu Kavağı’ nda (Büyükliman) idi. Akdeniz’ den gelip Karadeniz’e çıkacak, Balkanlar’ dan ve Kuzey Karedeniz’ deki ülkelerden gelip boğazlardan geçerek Akdeniz’e inecek yahut doğrudan İstanbul’a gidecek gemiler Kavak Tahaffuzhanesi’ nde tıbbi muayeneden geçiyor ve karantina müddetlerini burada tamamlıyordu. Ancak Kavak, bu yoğunluğu tek başına kaldırabilecek kadar büyük ve iyi teşkilatlanmış değildi.

Kolera salgını 1892’ de hızla yayılmaya başlayınca, Karadeniz sahilinde yeni bir karantina merkezi kurulması ihtiyacı ortaya çıktı. Sonuçta Sinop’ un merkezine 7 km. uzakta, deniz yoluyla gelişin kolay olduğu yarımada üzerindeki Karakum’ da 300 kişilik yeni bir tahaffuzhane kurulmaya başlandı. Burası önce 300 kişilik düşünülmüştü. Fakat karantina sürelerinin uzun olması ve burada oluşacak trafiğin yoğunluğu göz önüne alındığında düşünülen kapasitenin yeterli olmadığı anlaşıldı. Bu nedenle Tahaffuzhane yakınlarındaki Nisi köyü halkı, hayvanları ve eşyalarıyla birlikte Sinop’ a taşınarak köy bölgesi karantina bölgesine dâhil edildi.

Ayrıca mevcut barakaların kanalizasyon sistemleri ve atık suların mikroplardan arındırılması da yapıldı. Yolcuların yıkandığı duşların sularının dezenfekte edici özelliğe sahip olabilmesi için gerekli çalışmalar tamamlandı ve tebhir edilemeyecek eşyaların yakılması için de fırın yapıldı.

 Rusya’dan Hicaz’a gitmek üzere yola çıkan, Karadeniz limanlarına ya da İstanbul’a uğrayacak olan vapurlar/gemiler, kolera salgınlarının olduğu dönemde yahut gemide şüpheli bir vaka meydana gelmesi durumunda Sinop Tahaffuzhanesi’nde Sıhhiye Meclisi’nin belirlediği müddetçe karantina altında tutuldu.

Karantina için rıhtıma gelen gemilerin içleri dezenfekte edildi. Gerektiğinde gemilerin su depoları boşaltılıp temizlendi ve yeniden temiz suyla dolduruldu. Yolcuların ve gemi personelinin tüm elbiseleri ve eşyaları etüv makinesinde tebhir işlemine tabi tutuldu, gerekli görülenler yakıldı.

Tüm yolcu ve gemi personeli doktor kontrolünden geçirildi. Hasta olanlar kolera hastanesine sevk edilirken diğer yolcular tahaffuzhande belirli süre için karantinaya alındı.

1907 yılında Rusya’ nın iç kesimlerinde kolera yeniden meydana geldiğinde, önce hacı taşıyan gemilerin hiçbir Osmanlı limanında durmadan boğazlardan geçtikten sonra Cidde’ ye gitmesi kararlaştırılmışken, daha sonra gemi Karadeniz’ de seyir halindeyken yolcularda şüpheli bir durum oluştuğunda derhal Sinop Tahaffuzhanesi’ ne gitmesine, gemi boğazları geçtikten sonra bir hastalık durumuyla karşılaşılması durumunda da derhal Klazomen (Urla) Tahaffuzhanesi’ ne gitmesi kararlaştırıldı.

Bu arada Anadolu Kavağı’ ndaki tahaffuzhanede kolera şüphesi görülenlerin de burada tutulmayarak derhal Urla Tahaffuzhanesi’ ne gönderilecek, burada dezenfeksiyon ve karantinaya tabi tutulacaklardı.

Dünyada büyük bir virüs salgınının yaşandığı günümüzde, geçmişte neler yapıldığının bilinmesi ve günümüze uyarlanarak buna benzer önlemlerin alınması gerçeği ortadadır. Yaşanmış tecrübeler ve bunların çok ayrıntılı yazılı olduğu kaynaklar var. Bu kaynaklarda, salgınla mücadelenin genel güncel uygulamalarla değil, ulusça elbirliği içinde yapılan sağlık/ sosyal/ ekonomik sorunları da kapsayan bir mücadeleyle yapıldığı çok açık ve net bir biçimde görülmektedir.

Ahmet AKYOL, Yalova,  31 Mart 2020.