Myrokefalon Zaferi

“17 Eylül hangi önemli günün yıldönümüdür” diye sorulsa, şüphesiz bu tarih, çok kimsede herhangi bir olayı çağrıştırmayacaktır. Oysa 17 Eylül, Malazgirt Zaferi kadar, hatta ondan çok daha önemli bir başka zaferin yıldönümüdür.

Haber Giriş Tarihi: 01.01.1970 02:00
Haber Güncellenme Tarihi: 01.01.1970 02:00
yalovamiz.com

17 Eylül 1176, tarih sayfalarında Myrokefalon Zaferi diye geçer.

Selçuklular’ ın 1040 yılında Gazneliler’ i Dandanakan’ da mağlup edip Türk Hakanlığı tahtına oturmalarından sonra, Kutalmış ve İbrahim Yınal Beyler, 1048’de Anadolu’ ya ilk büyük Selçuklu seferini yapmışlardı.

Bir takım değişik çapta çarpışmalardan sonra Selçuklu ordusu, 18 Eylül 1048’ de, Pasinler’ de Roma ordusunu büyük bir bozguna uğrattı.

(Bu arada bir kere daha hatırlayalım: Tarihte hiçbir zaman Bizans Devleti diye bir devlet olmamıştır.  Bizans denilen imparatorluk, gerçekte Roma İmparatorluğu’ dur. Bizans ismini, o imparatorluğun insanları hiçbir zaman kullanmadılar. Onlar kendilerine ROMAİO diyorlardı. Bizans adı, XVI’ ncı yüzyılda uydurulmuştur. Rum, Helen-Grek ya da günümüzdeki tanımla Yunanlı değildir. O dönemler Anadolu'ya 'Rumeli" deniyordu. Rumeli, Romalıların yaşadığı topraklar demektir. İslâm ülkelerinde kullanılan Rûm sözcüğü de Romalı demektir.)

1045’teki Gence Zaferi ve 1048’ deki Pasinler Zaferi’ nden sonra, Selçuklular’ ın Romalılar (Bizanslılar)’ a karşı duydukları çekingenlik tamamen kayboldu.

 Böylece Anadolu’ya yapılan Selçuklular’ın akınları sıklaştı. 1059’da Sivas, 1064’te Kars ve çevresi ‘Anı’ (Ani değil) dâhil Selçuklular’ ın eline geçti.

 Gümüştekin 1066 yılında Adıyaman önünde, Afşın Bey 1067 yılında Malatya önlerinde birer Roma (Bizans) ordusunu mağlubiyete uğrattılar.

Afşın Bey, Kayseri ve Antakya’ yı ele geçirdikten sonra, 1069/ 70’ te Anadolu’ yu bir baştan bir başa dolaşarak fetihlerde bulundu.

1071 yılında Malazgirt Meydan Muharebesi yapıldı. Sultan Alp Arslan ( Asıl adı Adudû’d- Devle Ebu Şûca Muhammed Bin Davud Çağrı Bey’ dir. Horasan Valisi Çağrı Bey’in oğlu ve ilk Büyük Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey’in yeğeniydi. Büyük Selçuklu Devleti’nin ikinci hükümdarıdır.)’ın burada kazandığı zaferden sonra, Anadolu içlerine yapılan Türk göçleri kısa bir süre için DURDU!

Zira Roma İmparatoru ile Sultan Alp Arslan arasında bir antlaşma yapılmış, buna göre, Doğu ve Güneydoğu ‘da belli bir hat sınır kabul edilmişti.

Sultan Alp Arslan’ ın amacı Anadolu’ yu fethetmek, Türkmenlere Anadolu’ nun kapılarını açmak ya da sonuç itibariyle Roma İmparatorluğu’ nu yıkmak değildi; sınırların yeniden tanımlanması, imparatordan düzenli haraç ve ittifak sözü kendisi için yeterliydi. Bu nedenle, zaferden sonra hemen Hemedan ve İsfahan’a döndü.

Ancak, İstanbul’ da tahtı ele geçiren yeni Roma (Bizans) İmparatoru, büyük bir stratejik hata yaparak bu antlaşmayı tanımadı; Sultan Alp Arslan’ a yenilen devrik İmparator Romen Diyojen’i de yakalatarak gözlerine mil çektirdi.

 İşte bundan sonra, yani antlaşma bozulunca,  zaferin meyvesini alamayan Türkler için taarruz etmek meşru hale geldi. Sultan Alp Arslan, Malazgirt Muharebesi'nden BİR SENE SONRA, bölgeye akın akın gelen Türkmenlere Anadolu’ ya geçme ve yerleşme olanağı tanıdı.

Malazgirt’ te Sultan Alparslan, Roma (Bizans)  İmparatorluğu’ nun askeri gücünü tamamen yok edememişti. Bundan sonra da Romalılar’ la sık sık muharebeler yapıldı.

Türkler,

1072’ de Kayseri’ de,

1073’ te Çankırı- Amasra arasında,

1074’ te Antakya’ da kendilerinden kat kat üstün Roma kuvvetlerini ağır yenilgiye uğrattılar.

 Kutalmışoğlu Süleyman, 1075'te İznik' i alarak burayı Anadolu Selçukluları' nın başkenti yaptı.

Türkler’in Marmara Denizi kıyılarına kadar sokulmaları üzerine, Balkanlar yolu ile Anadolu’ ya Haçlılar gelmeye başladılar. Yapılan çeşitli çarpışmalardan sonra,  Anadolu Selçukluları İznik’i bırakarak Konya’ya çekilmek zorunda kaldılar.

GENEL DURUM:

Türkiye Selçukluları' nın yükselme dönemini başlatan Sultan 1’inci Mesud' un 1155 yılında ölümünü takiben, Sultan 2’nci Kılıçaslan Konya' da Selçuklu tahtına çıktı.

2’nci Kılıçaslan tahta çıktığında Kayseri dâhil bütün Kapadokya (Tuz Gölü’nden Fırat’ın yukarı bölümüne kadar olan Orta Anadolu’nun güneydoğusundan doğuya doğru uzanan antik bölge… Bugünkü Kırşehir, Nevşehir, Aksaray, Niğde, Kayseri, Yozgat ve Malatya illerinin tümünü, Ankara’nın doğu, Sivas’ın güney ve Adana’nın kuzey bölümlerini içine alır. Günümüzde Kapadokya adı sadece Göreme- Ürgüp yöresi için kullanılmaktadır.),  Amasya ve Malatya Selçukluların eline geçmişti. Ege havzasında ise Selçuklu orduları Denizli, Afyon, Kütahya ve çevresine sık sık akınlar düzenliyorlardı.

Sinop’ tan Rize’ye kadar olan ve o zamanlar Pontos olarak adlandırılan bölge, Paflagonya denilen Kastamonu ve çevresi ile Antalya ve yöresi Romalıların elinde idi.

Çukurova’da Ermeni Kralı 2’nci Thoros, Ermeni hâkimiyetini kurmuş, ancak Tarsus ve çevresinde çok küçük bir bölge Romalıların elinde kalmıştı.

Kısaca denilebilir ki, 2’nci Kılıç Arslan’ ın tahta çıktığı günlerde, Selçuklular Orta Anadolu’ da Roma topraklarının arasına girmiş, kuzeyde Eskişehir civarına, güneyde ise Denizli çevresine kadar sokulmuşlardı. Kütahya ve Afyon da Selçukluların yayılma alanı içindeydi.

Sultan 2’nci Kılıç Arslan devrinde bilhassa Selçuklu – Roma sınırında, genellikle Eskişehir- Kütahya- Sandıklı bölgelerinde, sayıları yüz binlere ulaşan Türkmen konar- göçerlerin başlarına buyruk bir hayat sürdükleri görülüyordu.

Selçuklu Devleti ile Roma İmparatorluğu' nun aralarının açılmasının başlıca sebeplerinden birisi de bu Türkmenlerin Roma topraklarındaki faaliyetleriydi.

Merkezi otoriteye bağlı olmayan Türkmenler çok kere kendiliklerinden Roma topraklarına akınlar yapmakta, ganimet almakta, düşman arazisini tahrip etmekte ve Selçuklu sınırını Roma aleyhine genişletmekteydiler.

Türkmenler sınır boyunca görünüşte sakin ve barışçı çobanlar olarak yerleşmişlerdi. Ancak fırsat buldukları zaman Roma bölgelerine yaptıkları akınlarla, Hristiyan halka nefes aldırmıyorlardı.

Roma yönetiminin acımasız idare tarzından sonra hem bu Türkmen akınları, hem de Türkler’ deki dini hoşgörü yerli halkın Türk tabiiyetine girmesinde önemli rol oynamaktaydı.

Bu şekildeki Roma şehirleri çok defa savaş yapılmaksızın sessiz sedasız Roma hâkimiyetinden Selçuklu hâkimiyetine geçmekteydi.

Roma İmparatoru Manuel  I Komnennos  ( hd. 1143- 1180) ise, bu sınır ihtilâflarından daha çok Sultan 2’nci Kılıç Arslan’ ın rakiplerini alt ederek kazandığı güçten endişe duymaktaydı.

Bu sebeple, bir yandan Türkmen yayılmasını önleyecek tedbirler alırken, diğer yandan sultana karşı Anadolu’ da müttefik aramaya başladı.

İmparator Manuel Komnenos’ un en büyük hayali, babasının büyük projesi olan eski Roma İmparatorluğu’ nu ihya etmekti.

İşte bu amacını gerçekleştirmek isteyen İmparator Komnenos, 1158 yılı kışında Doğu seferine çıktı.

İmparatorun ilk hedefi, imparatorluğun doğuda hayli sarsılmış olan saygınlığını tekrar kazanmaktı.

Çukurova’daki Ermeni Kralı Thoros, Antalya Prinkepsi Renauld ile bir ittifak yapmıştı ama Thoros, İmparator Manuel Komnenos karşısında tutunamayarak dağlık kesimlere çekildi. Başta Tarsus olmak üzere Anabarza gibi önemli merkezler Manuel’in eline geçti.

Antalya Prinkepsi Renauld, teslimiyet işareti olarak Manuel’ in yanına başı açık ve çıplak, kolu dirseklerine kadar sıvanmış, boynunda bir ip ve kılıcını sol elinde taşıyarak gelip, Roma' nın himayesini kabul etti.

Daha sonra Kudüs Kralı 3’üncü Baldwin de Kudüs’ ten Antakya’ ya gelerek, İmparator Manuel’ e sadakatini arz etti. İmparator Manuel, böylece Lâtin- Doğu’ ya yüksek hâkimiyetini kabul ettirmiş oldu.

İmparator Manuel için en büyük düşman Selçuklu Sultanı 2’nci Kılıç Arslan idi. Bu sebepten Musul Atabeği Nureddin Mahmud Zengi ile bir antlaşma yapmayı uygun görüyordu.

Diğer yandan Nureddin Mahmud’ un herhangi bir şekilde ortadan kalkması, Franklar’ ın rahat nefes alması ve Roma desteğine ihtiyaç duymamaları sonucunu da doğuracaktı. Çünkü bölgede Nureddin Mahmud Zengi’nin varlığı Franklar’ ı her an rahatsız etmekte ve onların zaman zaman Roma' dan yardım istemelerine sebep olmaktaydı.

Roma İmparatorluğu' nun doğudaki başarısının devamı ve Lâtinler üzerindeki egemenliği Nureddin Mahmud Zengi’ nin güçlü kalmasıyla mümkün olabilecekti. Bu sebeplerden dolayı İmparator Manuel, Nureddin’ le anlaşma yolunu tercih etti.

İmparator Manuel, Doğu seferine çıktığı zaman, Sultan 2’nci Kılıç Arslan, Roma harekâtının kendisine karşı yapılmadığını görerek, karşılıklı bir saldırmazlık antlaşması yapmaya razı olmuştu.

Böylece Roma ordusu, tehlikesizce Selçuklu topraklarından geçmişti.

İmparator Manuel, Yakın- Doğu’ da Roma egemenliğini tekrar sağladıktan sonra,  başkentinde kendisine karşı bir ihtilâl hazırlandığını haber alarak alelacele geri dönmek zorunda kaldı.

Manuel, 2’nci Kılıç Aslan’ ın topraklarından geçerek başkentine dönecekti. Ancak, Selçuklu topraklarından geçerken önce Karaman’ da, daha sonra da Kütahya’ da Türkmenler’ in baskınına uğradı. Kaynaklar bu baskınlar esnasında Roma ordusunun 12 000 asker ve 20 000 civarında at kaybettiğini bildiriyorlar.

Bu durum ancak, aralarındaki saldırmazlık antlaşmasına rağmen Roma ordusuna bu saldırının yapılması, Sultan 2’nci Kılıç Arslan’ ın, tehlikeli rakibi Musul Atabeği Nureddin Mahmud ile İmparator Manuel arasındaki ittifakı öğrenmesiyle açıklanabilir.

1159 yılı olayları sırasında hayli zayiata uğrayan Roma İmparatoru Manuel Komnenos, ertesi yıl (1160), Türkmenler’ e karşı ordusunun başında sefere çıktı.

Eskişehir civarına kadar ilerleyen Roma ordusuna karşı çete muharebeleri veren Türkmenler, gece baskın yapıp gündüz çekilerek Romalılara oldukça ağır zayiat verdirdiler.

İmparator Manuel, kışın yaklaşması üzerine çekilmek zorunda kaldı.

İmparator Manuel, bu başarısızlık ve Roma aleyhine gelişen durum karşısında daha iyi bir hazırlık yaptı. Sırbistan’dan gelen kuvvetlerden başka, Lâtin şövalyelerine yardım etmeyi tasarlayan maceraperestlerden kurulu ve Rodos’ta konaklayan Haçlı kafilelerini de hizmetine aldı.

Daha sonra Anadolu’ya geçerek Menderes havalisine yöneldi.

Manuel, bu sefer Eskişehir bölgesinden değil de, Alaşehir bölgesinden harekete geçmişti. Sultan 2’nci Kılıç Aslan ise kendisine gelen haberlerden imparatorun İznik bölgesinde olduğunu zannediyordu.

Roma ordusunun bu ani saldırısı karşısında önce bocalayan Selçuklu kuvvetleri, daha sonra kendilerini toparlayarak karşı koymaya başladılar. Menderes Nehri’ nin kaynaklarına doğru Roma imparatorunun üstünlüğü ile devam eden muharebeler sonunda Manuel, İstanbul’a döndü.

Roma ordusunun arkasından ilerleyen Selçuklular, Karaağaç Ovası’nın güneyinde bulunan Dodurga’ yı aldıktan sonra yakınındaki Denizli’ yi de aniden basarak şehrin halkını esir ettiler.

Böylece Manuel’in 1161 seferi de Roma bakımından istenilen sonuca ulaşamamış oldu.

İmparator Manuel, Sultan 2’nci Kılıç Aslan’ın bu güçlü durumu karşısında, Selçuklular’ a karşı olan Türk beylikleri ile bir ittifak yapmak zorunda olduğunu kabul etmekten başka çare bulamadı.

Önce Suriye’deki Franklar ile anlaşan Manuel, daha sonra Danişmendli Yağıbasan ile de bir ittifak antlaşması imzaladı.

Sultan 2’nci Kılıç Aslan’ın taht üzerinde iddiası olan kardeşi, Ankara ve Çankırı bölgesinin Meliki Şahinşah’ ı da Selçuklu tahtına çıkarmayı vaat ederek kendi tarafına çekti.

Kayseri Meliki Danişmendli Zünnun ile Malatya’ daki Danişmendli Zülkarneyn, Sultan 2’nci Kılıç Arslan’ a tâbi ve onun müttefiki idiler. Bu melikleri de kendilerine Selçuklu topraklarından pay verileceği vaadi ile İmparator Manuel kandırdı ve kendi tarafına çekti.

Ancak bu görüşmeler, gizlilik içinde yürütülemediğinden, Sultan 2’ nci Kılıç Aslan aleyhine kurulan bu ittifakı çabuk öğrendi. Bu ittifakı dağıtabilmek için bir şeyler yapmalıydı. Önce Atabek Süleyman’ ı, Manuel’ e göndererek barış yapmak şartıyla, elinde bulunan Roma esirlerini serbest bırakacağını bildirdi. Fakat İmparator Manuel, bu barış teklifini geri çevirdi.

Bunun üzerine 2’nci Kılıç Aslan, Danişmendli Yağıbasan’a, Elbistan ve yöresini terk ederek onu bu ittifaktan koparmaya çalıştıysa da bu çabasında başarılı olamadı.

Danişmendli Yağıbasan, bir yandan Sultan 2’nci Kılıç Aslan’ ın teklifini reddederken, düşmanlığını daha da ileri götürdü.

Erzurum Saltuklu Atabeği İzzeddin Saltuk’ un kızı ile Sultan 2’nci Kılıç Arslan nikâhlanmıştı.

Yağıbasan, Sultan 2’nci Kılıç Arslan’ ın karısını getiren gelin alayını basarak, gelini kaçırdı. Hileyle 2’nci Kılıç Arslan’ dan boşattırılan kızı, yeğeni Zünnun ile evlendirdi.

Buna çok üzüldüğü ve sinirlendiği anlaşılan Sultan 2’nci Kılıç Arslan, kuvvetleriyle derhal Yağıbasan’ ın üzerine yürüdü. Ancak Romalıların yardımını sağlayan Yağıbasan, ittifaka dâhil beyliklerin kuvvetleriyle meydana gelen ordusuyla sultana karşı çıktı.

Yapılan muharebeyi kaybeden Sultan 2’nci Kılıç Arslan’ ın, Anadolu’ da 1157’ lerde sağladığı itibar/ saygınlık bir anda yok olmuştu. Bunun sonucu olarak Anadolu’ daki Türk birliği tekrar bozuldu.

Kılıç Arslan’ın bütün barış çabalarına rağmen, Roma entrikaları sonunda Türk beyliklerinin Sultan’a karşı düşmanlıkları giderek arttı.

Sultan 2’nci Kılıç Arslan, Anadolu’ daki Türk beylikleri ile hesaplaşmadan önce kati olarak Roma' nın tarafsızlığını sağlamak zorundaydı. Yanında bulunan Romalı Chistopher’ i İmparator Manuel’ e göndererek, Constantinopolis (İstanbul)’ e gelmek istediğini bildirdi.

Bu isteği kabul edildikten sonra, 1162’ de müttefiki ve aynı zamanda Musul Atabeği Nureddin Mahmud Zengi’ nin kardeşi olan Nusret ed- Din Emir Miran beraberinde olduğu halde 1 000 kişilik maiyetiyle Constantinopolis' e hareket etti.

Selçuklu Sultanı’ nın Constantinopolis' e gelişi ve bununla ilgili haberler, dönemin kitaplarında ayrıntılarıyla anlatılmaktadır.

Sultan’ın gelişi, Romalılarca kendilerine bağlı bir hükümdarın davranışı olarak kabul edilmekte ve dolayısıyla olay Romalıların gururunu okşamaktaydı.

Sultan 2’nci Kılıç Arslan, Constantinopolis' te büyük bir törenle karşılandı. Çok iyi kabul gördü.

İmparator Manuel, durumdan faydalanarak siyasetinin ve Roma' nın güçlülüğünü gözler önüne sermek maksadıyla her türlü fırsattan yararlandı.

Kayıtlara göre, Sultan 2’nci Kılıç Arslan ve maiyeti, Roma başkentinde 80 gün misafir edildi.

Yine kaynakların belirttiğine göre, kendisine ve maiyetine günde iki defa altın ve gümüş kaplarla yemek getiriliyor, daha sonra bu kaplar Sultan’ a hediye ediliyordu.

Bu armağanlar, Sultan’ın Constantinopolis' te kaldığı sürece devam etti.

Sultan 2’nci Kılıç Arslan ile İmparator Manuel Komnenos arasında, bir antlaşma imzalandı. Buna göre:

Sultan, Roma'nın düşmanlarını kendi düşmanı olarak kabul edecek ve bunlarla mücadele konusunda Roma' ya yardımcı olacaktı. Sultan 2’nci Kılıç Arslan, ele geçirdiği Roma şehirlerini ve çevresini iade edecekti. Sultan 2’nci Kılıç Arslan, İmparator Manuel’in bilgisi olmadan başka devletlerle herhangi bir antlaşma imzalamayacak, Avrupa’ da olduğu kadar Anadolu’ da da İmparator Manuel’ in yaptığı seferlere yardımcı kuvvetler gönderecekti. Selçuklu Devleti’ ne bağlı Türkmen aşiretlerinin Roma topraklarına yaptıkları akınlar Sultan tarafından önlenecekti.

2’nci Kılıç Arslan, Anadolu’daki Türk birliğini sağlayıncaya kadar Roma ile arasındaki antlaşmaya mümkün mertebe uymaya gayret etti; dostluk gösterileri ile Türk genişleme politikasını kurnazca imparatordan gizlemeyi başardı.

Eskişehir civarında sayıları 100 binleri bulan Türkmenler’ in Roma sınırını aşmaları her iki devlet arasındaki tek meseleydi. Bu Türkmen aşiretleri kendilerine yeni bir yurt ve otlak bulabilmek için Roma arazisine sık sık akınlar yapıyorlar ve bu toprakları işgal ediyorlardı.

İmparator Manuel, bu duruma son vermesi ve 1162 antlaşmasına uyması için Sultan 2’nci Kılıç Arslan’ a, Konstantinos Gabras’ ı elçi olarak gönderdi. İmparatorun elçisi sultana birçok hediye ve yeni silâhlar sundu. Ancak, Gabras’ ın elçilik görevi başarısızlıkla sonuçlandı. Sultan 2’nci Kılıç Arslan, Roma' ya iade etmeyi vaat ettiği şehirleri vermediği gibi, Roma’nın menfaatleri için sağlayacağı kuvvetleri de kendi amaçları doğrultusunda kullandı.

Bundan sonra İmparator Manuel Komnenos ile Selçuklu Sultanı 2’nci Kılıç Aslan arasındaki gerginlik giderek tırmandı.

Ne var ki, İmparator Manuel’ in 1162 yılı öncesi “Türk’ ü Türk’ e kırdırmak” politikası sonunda Sultan 2’nci Kılıç Arslan’ ın karşı karşıya kaldığı zor şartlar artık geride kalmıştı.

Anadolu Türklüğü, Sultan 2’nci Kılıç Arslan’ ın etrafında birleşmişti.

MUHAREBENİN SEBEPLERİ:

Roma (Bizans) İmparatorluğu, 1080 ile 1170 yılları arasındaki devrede, Anadolu’nun bütün kıyı bölgeleri ile Ege Denizi sahillerinden 400 km. içerilere kadar olan toprakları tekrar ele geçirmişti ama bu kadar bölgeyi ele geçirmekle Selçuklu tehdidi tamamen ortadan kaldırılamamıştı. Bunun tek yolu, Selçuklu ordusunu bütünüyle imha etmek ve Anadolu’yu tekrar Roma İmparatorluğu’na katarak Selçukluları bir daha bu topraklara ayak basmayacak şekilde ya yok etmek, ya da doğuya sürmekti. Böylece Türkmen akınlarının da önüne geçilmiş olacaktı.

İmparator Manuel Komnenos’ un askeri hedefi, Selçuklu tehlikesini kökünden kazımak, Konya’yı ele geçirerek Selçuklu Devleti’nin varlığına son vermekti.

Bu nedenle, 2’nci Kılıç Arslan’ın yeni barış teklifini, barışın Konya’da yapılacağını söyleyerek geri çevirdi.

Selçuklu Sultanı 2’nci Kılıç Arslan ise, Roma tarafından sarılmış bulunduğunun ve iç hatlarda muharebe etmek zorunluluğunun bilinceydi.

HAZIRLIKLAR VE HAREKET:

İmparator Manuel kısa süre içinde savaş hazırlıklarını tamamladı. Kaynakların da ifade ettiği gibi, o zamana kadar teşkil ettiği orduların en kalabalığını meydana getirdi. Bütün Sırbistan ve Macaristan’ daki birliklerini topladı. Lâtinlerin ve Balkanlar’daki Hıristiyan Türkler (Scythes)’ in yardımını sağladı. Trakya’ dan çok sayıda öküz ve araba temin etti.

Ordunun hazırlıklarını tamamladıktan sonra, Ayasofya Kilisesi’ nde dini bir tören düzenledi ve töreni müteakip ordusunun başında başkentten ayrıldı.

İmparator, Anadolu’da biri kuzeyden Niksar’a, diğeri de Denizli tarafından Konya’ya olmak üzere çift yönlü bir taarruz düşünüyordu.

İmparator, bunun yanında, Selçuklulara yardım etmesini muhtemel gördüğü Mısır’a, sahilleri vurmak üzere 150 parçalık bir de donanma gönderdi.

Ordunun sayısı 70 000’e çıkmıştı; ağırlıkları 5 000 öküz arabası taşıyordu. Arabalarda mancınık ve koçbaşı gibi kale taarruzlarında kullanılan ağır silâhlar bulunuyordu.

Manuel, kuvvetlerini Atranos Çayı kıyılarındaki yığınak yeri olan Ulubat’ ta toplamaya başladı.

Sırp ve Macar birliklerinin gecikmesinden dolayı, bu büyük ordu ancak 1176 yılı yaz başında yola çıkabildi.

Ordu, Denizli yolunu kullanıyordu. İmparator, Eskişehir üzerinden harekâta geçmesi halinde Selçukluların mukavemetiyle karşılaşacağını tahmin ettiğinden bu güney yolunu seçmiş ve beklenmediği bu yoldan ilerleyerek Selçukluları ani bir baskınla mağlup etmeyi plânlamıştı.

Daha önceleri Kolossa adı ile bilinen Honaz’a gelen Roma Ordusu, kısa bir süre burada konakladı. İmparator Manuel, bu şehirdeki Agios Mihael Kilisesi’ni ziyaret ederek zafer için dua etti.

 Buradan hareket eden ordu, Dazkırı’na, sonra Dinar’a vardı. Daha sonra Homa’ ya ve “Myrio Yıkık İstihkâmı” adı verilen yere ulaştı. Artık buradan sonra Selçuklu toprakları başlıyordu.

Diğer yandan 2’nci Kılıç Arslan, Türkmenlerden faydalanarak 50 000 kişilik bir ordu kurmuştu.

Kılıç Arslan, Roma ordusunun hareketini her an takip ediyor, kontrol altında bulunduruyor ve öldürücü darbeyi vuracağı zamanı bekliyordu; amacı, kesin sonuçlu bir muharebeden önce, Roma ordusunu olabildiğince yıpratmaktı.

Bunun için sık sık tacizlerde bulunuluyor,  Roma ordusunun yiyecek ve su bakımından güç duruma düşmesi için elden gelen her şey yapılıyordu. Ekinler ve otlaklar tahrip ediliyor; çevredeki sular hayvan ve insan cesetleri atılmak suretiyle kirletiliyordu. Bunun sonucunda kısa süre içinde Romalılar arasında dizanteri salgını çıkmış ve çok sayıda muharip asker hayatını kaybetmişti.

İmparator Manuel, Sultan Kılıç Arslan’ı yeneceğine o kadar emindi ki, Konya’yı kuşatmak için mancınık gibi ağır silâhları da yanında taşıyordu. Bu bakımdan İmparator Manuel’in askerleri son derece ağır ve battal bir şekildeydi.

Hâlbuki Sultan Kılıç Arslan’ın askerleri çevik ve hareketliydi. Büyük çoğunluk da hafif süvariydi.

MUHAREBENİN YERİ:

Myrokefalon (Myriokephalon) Muharebesi’nin kesin yeri hakkında bir çok görüş ve iddia vardır. Pek çok kez tartışma konusu olmuştur.

Ramsay, Myriokephalon mevkiini Homa (Siblia) nın doğusunda, bugünkü Düzbel civarında sanmış iken Tomasehek’i haklı bularak burasını daha doğuda, Hoyran Gölü ile Kumdanlı arasındaki dar geçit olarak göstermektedir.

Anadolu Selçuklu Tarihi’nin en önemli uzmanı Prof. Dr. Osman Turan’a göre muharebe Hoyran Gölü kuzeyinde “Kumdanlı”’da yapılmıştır.

Prof. Dr. Abdulhalûk Çay, Hoyran Gölü kuzeyinde “Karamık Beli” ni,

Prof. Dr. Bilge Umar, Çivril yakınında “Kûfi Çayı Vadisi”’ni,

Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, “Denizli civarı, Hoyran Gölü yakınını”,

Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Çivril taraflarını”,

Tanınmış Tarihçi Yılmaz Öztuna, “ Eğridir Gölü’nün az kuzeyini”,

Yerel Araştırmacı Hüseyin Şekercioğlu ise “Gelendost”’u işaret etmektedir.

Arkeolog Kemal Turfan, muharebenin yapıldığı “Tzybritze” diye adlandırılan, pusu ve baskına elverişli dar ve derin boğazın Menderes’in bir kolu olan Kufi Çayı vadisi üzerinde olduğu görüşündedir.

İnşaat Yüksek Mühendisi Araştırmacı Ramazan Topraklı,  yerinde yaptığı yüzey araştırmaları ve tarihi belgelerden yola çıkarak yaptığı değerlendirme son derece çarpıcı tespitlerde bulunmaktadır:

“… Günümdeki Eğirdir Gölü, 1170’li yıllarda iki parça halindeydi; kuzeyde Hoyran Gölü, güneyde Eğirdir Gölü, ikisinin arasında bir ırmak, bu ırmağın üzerinde Eğirdir ve Hoyran göllerinin birleştiği Kemer Boğazı’nda Yenice Köprüsü adında çok eski tarihli bir köprü bulunuyordu. Denizli- Uluborlu yönünden gelen tarihi, askeri ve ticaret yolu bu köprüden geçerek Afşar- Yalvaç- Karaağaç üzerinden Konya’ya gidiyordu. Niketas Koniates’in Tzybritze, İmparator Manuel’in Cybrilcymani olarak yazdığı (günümüzde Yenice Sivrisi olarak ünlenen) geçide Türkler tarafından Sivri’l simân-i veya Semâni Sivrisi, Semmânî Sivrisi deniyordu. Bazı kaynaklarda Turrice, Sybrize, Tzibrelitzemani de denilen bu geçit, zamanla Eğirdir ve Hoyran göl sularının artarak birleşmesiyle kapanmış, Yenice Köprüsü yıkılmış ve sular altında kalmıştır.

1176’daki muharebede, Roma ordusu bu yol ve köprüyü kullanmış, muharebe de Kemer Boğazı  doğusunda, yani Gelendost ilçesi hudutlarında: ‘Akdağ- Yenice- Afşar- Köke’ köylerinin yerleşim yerleri arasındaki topraklarda, kısmen de Eğirdir Gölü suları altında kalan bölgede yapılmıştır.”

MUHAREBE:

İmparatorluk ordusu oldukça yıpranmış olarak ( Hoyran Gölü batısında olduğu varsayılan)  yıkık bir kale kalıntısı olduğu düşünülen yere geldiğinde ( Çeşitli kaynaklarda buraya ‘Myrio Yıkık İstihkâmı’ adı verilmektedir), muharebeden bir önceki gece, Selçuklular İmparator’un karargâhına bir baskın yaparak yağmaladılar.

İmparatorluk ordusu, 17 Eylül 1176 günü, doğuya doğru ilerlemeye başladı ve “Boğaz” görünümündeki (kesin yeri halen tartışmalı olan) vadiye girdi.

Bu sırada geçidin yüksek tepelerinde mevzilenerek vadiye tamamen hâkim bir durumda olan Selçuklular, müdahale etmeyerek, düşman öncülerinin Boğaz’ın içine doğru ilerlemelerini adeta kolaylaştırmıştı.

İmparatorluk ordusunun öncü birliklerine Konstantinos Angelos’un iki oğlu İoannes ile Andronikos komuta ediyordu.

Öncüleri Konstantinos Mavrodukas ile Andrenikos Lampardos komutasındaki diğer birlikler takip etmekteydi.

Sağ kanadı İmparator’un kayınbiraderi Antakyalı Konstans’ın oğlu Baudouin, sol kanadını ise Theodoros Mavrozomes komuta ediyordu.

Bunların arkasından ağırlıkları taşıyan arabalar,

Bunların gerisinde İmparator Manuel’in komutasındaki Hassa Ordusu ve en nihayet Artçı Birlikler gelmekteydi.

İmparatorluk ordusu, sıkışık nizamda 15 km. kadar derinlikte bir yürüyüş kolu meydana getirmişti.

2’nci Kılıç Arslan, öncü birliklerin boğazı kolayca geçerek ovaya inmesine müsaade etti, bu suretle İmparatorluk ordusunun ikiye ayrılmasını sağlamıştı.

Asıl kuvvetler ise vadiye hâkim olan Selçuklu birliklerinin varlığının farkına varamadan boğaza girmiş ve ilerliyordu.

Fırsatı kaçırmayan 2’nci Kılıç Arslan, boğazın çıkışındaki tepe noktasından geçişi kapattırdı.

 Yoğun bir ok yağmuru ardından, yamaçlardaki Selçuklu askerleri vadideki düşmanın üzerine saldırttı.

Önce yoğun ok yağmuruna tutulmuş olan İmparatorluk ordusunun sol kanadının büyük bölümü kısa zamanda yok edildi, geri kalanlar ise dağıldı.

Arkadan gelen sağ kanat komutanı Baudouin, emrindeki kuvvetlerle imdada yetişmeye çalıştıysa da başarı elde edemedi, çarpışmanın daha başlarında telef oldu.

Geçit tamamen Selçuklu kuvvetleri tarafından kapatılmış olduğundan dar vadide sıkışıp kalan İmparatorluk ordusu hareket kabiliyetini kaybetmişti; parçalanmış, vadiye dağılan birliklerle irtibat kesilmişti. Geri çekilme olanağı da kalmamıştı.

Üstelik bizzat İmparator komutasındaki Hassa Ordusu ile Artçı Kuvvetlerin ön tarafa yardıma koşması da mümkün değildi. Aradaki ağırlıklar ve arabalar büyük bir engel teşkil ediyordu.

Böylece büyük mücadelenin daha ilk saatlerinde İmparatorluk ordusu tamamen perişan edilmişti.

Bu arada diğer bir Selçuklu atlı birliği, İmparatorluk ordusunun artçı kuvvetlerinin gerisine sarkarak ricat ( çekilme)  hattını kestiği için ne geri çekilme ve ne de ileri gitme olanağı kalmayan artçılar da kısa sürede ezilmişlerdi.

Sultan Kılıç Arslan, kesin sonuç almak için İmparator Manuel Komnenos komutasındaki hassa kuvvetlerine karşı harekete geçti.

Ancak tam bu sırada çıkan bir fırtına, ortalığı toza dumana bulamış, göz gözü görmez olmuştu.

İmparator Manuel, bu kargaşada yanındaki bir avuç özel korumasıyla birlikte kaçarak ordugâhına ulaştı.

Bu muharebede İmparator Manuel’in ordusunun büyük kısmı tamamen imha edilmişti. Kurtulabilenler ordugâhta toplandılar.

Sultan Kılıç Arslan’ın adamları, 17/18 Eylül gecesi, ordugâh bölgesini tamamen kuşattılar. Muhasara altındaki Roma karargâhında tam bir ölüm sessizliği mevcuttu, yaralıların yardım dileyen feryatlarından başka bir ses duyulmuyordu.

18 Eylül 1176 sabahı, Selçuklu askerleri tam İmparatorun ordugâhına saldırıya geçeceklerken, Sultan’ın emriyle taarruz durduruldu.

Zira bütün gece boyunca karşılıklı olarak elçiler gelip gitmiş ve barış koşullarını belirlemişlerdi.

BARIŞ VE KOŞULLARI:

Barışın imzalanması safhasında, Sultan Kılıç Arslan’ın İmparator Manuel’e gönderdiği gümüş koşumlu bir atla, değerli bir kılıcı sunan Selçuklu Elçisi, kederden bitkin bir vaziyette bulunan İmparator’u teselli etmek lüzumu hissetmişti.

Sultan Kılıç Arslan’ın tüm tekliflerini tartışmasız kabul eden Manuel’e ve kılıç artığı ordusuna dönüş için izin verildi.

İmparator Manuel, kâğıda yazılan antlaşma metnini imzalayarak Sultan’a gönderdi. Sultan’ın onayından sonra da antlaşma yürürlüğe girdi.

Antlaşma hükümleri şöyle özetlenebilir:

* İmparator Manuel, İstanbul’a dönüşünde 100 000 altın, 100 000 gümüş fidye ödeyecek,

*  Doryleon (Eskişehir) ve Soublaion (Homa) istihkâmları yıkılacak,

* Selçuklu topraklarından ayrılıncaya kadar bir Selçuklu müfrezesi İmparator ve yanındaki adamları koruyacaktı.

Konu hakkında çok önemli araştırmalar yapmış olan ve bu çalışma sırasında kitaplarından geniş şekilde yararlanılan Prof. Dr. Abdulhalûk Çay’ın tespitlerine göre, esir düşmesi muhakkak olan İmparator’un serbest bırakılmasının sebebi hâlâ anlaşılamamıştır. Herhangi bir toprak ilhakı ile ilgili bir hüküm de yoktur.

MYROKEPHALON ADININ NEREDEN GELDİĞİ:

“Myrokephalon” bir yer adı değildir. Anadolu’nun tarihi coğrafyası incelendiğinde Anadolu’da “Myrio” köküne yakın yer adları arasında “Myriokephalon” diye bir mevkiin bulunmadığı görülür.

Prof. Dr. Abdulhalûk Çay, Myrokephalon kelimesi hakkındaki düşüncelerini şu şekilde açıklamıştır: “ Myrokefalon, Grekçe iki kelimeden oluşan bir isimdir. Myrio ve Kephalon…. Myrio, 10 000 veya sayısız anlamındadır. Kephalon ise baş, insan başı demektir. Bu durumda Myrokephalon kelimesi, “sayısız Hristiyanın öldüğü yer” olarak yorumlanabilir.

Prof. Dr. Bile Umar’ın, “Myrokefalon” açıklaması ise şu şekildedir:

“Myriokephalon: Helen dilinde ‘Binlerce Baş’ anlamındadır. Güney Phrigia’da bir doğal geçidin ortasında bulunan Bizans çağı kalesinin adıdır. Kale, 17 Eylül 1176’da bu geçitte Bizanslılarla Selçuklular arasında yapılan çok önemli savaşın gününde artık yıkıntı durumunda bulunuyordu.

Helen dilindeki Myriokephalon adı, bir kale ya da bir vadi geçidi için pek tuhaf anlam taşıyor ve başka hiçbir yerde benzeri görülmüyor. Bu, Anadolu kökenli bir adın Helen ağzına uydurulmuş biçimidir kanısındayım. Kûfi Çayı’nın eski adı Kouphos ile, Myriokephalon’un Kephalon bölümü arasında bağlantı olabilir. Kephalon’un aslı belki Kupelana yani Ku (wa)- Pellana, ‘Güzel Akarsu Geçidi Ülkesi’ idi.  Myrio’nun aslı da Mura, ‘Yüce Ana Tanrıça’ olabilir. Böyle idiyse, Mura- Kuppellana, ‘Yüce Ana Tanrıçanın Güzel Akarsu Geçidi Ülkesi’, Myriokephalon adının aslı idi."

Sayın Bilge Umar’ın iddia ettiği bu düşünce, doğaldır ki, tamamen varsayımdır. Anadolu’ daki Roma/ Bizans kaleleri incelendiğinde, Myrokephalon adında bir kaleye de rastlanılmamıştır.

Çeşitli kaynaklarda, 1176 yılında bile harabe halinde olduğu söylenen mevkii, doğal olarak günümüzde mevcut değildir.

MUHAREBENİN SONUÇLARI:

Sultan 2’nci Kılıç Arslan, böylece, Türkler' e Malazgirt’ten sonra ikinci büyük zaferi kazandırmış; Haçlı istilâları sebebiyle 1097’ den 1176’ ya kadar Romalılarda bulunan üstünlük tekrar Selçuklulara geçmişti.

Çağdaş tarihçi İbn ül- Azrak’ a göre bu zafer üzerine ve onu takip eden günlerde Selçuklular, 100 000 esir almış ve bunlar satılmak üzere Suriye, Musul ve Bağdat’ a sevk edilmişti.

İmparator Manuel, sulh antlaşmasını imzaladıktan sonra, ordusunun geri kalanıyla, Honas ve Alaşehir yolu ile başkentine döndü. Fakat dönüşte Türkmenlerin saldırıları ile de zayiatı devam etti.

17 Eylül 1176’da yapılan bu muharebeden sonra, Roma (Bizans) İmparatorluğu sınırına yerleşen Türkmenler, kesintisiz şekilde Roma topraklarına sızmalarını artırdılar.

Politik bakımdan Sultan 2’nci Kılıç Arslan, Türkmenler’ in Roma arazisine sık sık yaptıkları akınlara ne müdahale ediyor, ne de destek oluyordu. Selçuklular için artık bir mesele olmaktan çıktığından Sultan 2’nci Kılıç Arslan bu olaylara bir müdahaleye gerek görmüyordu.

Sınırlardaki büyük miktarlara ulaşan Türkmen topluluklarının baskısı, Roma’ nın Anadolu’ daki sınırlarını gittikçe geriletiyordu.

Myrokefalon Zaferi Batı’da olduğu kadar Doğu’ da da büyük yankı buldu. Bağdat’ ta Halife’ nin emriyle zafer şenlikleri yapıldı ve savaşta şehit düşenler için dualar edildi.

Şair İbn Ta’âvîzî, Halife Mustazi’ ye takdim ettiği divânında zaferi tebcil etti (ululadı):

“ İslâm ülkelerinde beklediğimiz uğurlu zafer haberleri geldi; şimdi Müslümanlar mesud, Hıristiyanlar müteessirdir. Uc (sugûr) da vukubulan bu haberi Müslümanlar müzik sesi gibi dinlemektedirler. Mesud’un oğlu bizim için zafer, Rûm (Roma) hükümdarı için felâket getirdi. Camilerde hatipler Halife’nin bu müjdesini bildiriyor.”

Zafer, Selçuklu Sultanı’ na İslâm Yakın- Doğu’ da ve Batı Hıristiyan dünyasında büyük itibar kazandırmıştı.

Doğal olarak İmparator Manuel için aynı şeyi söylemek mümkün değildi.

İmparator Manuel Avrupa hükümdarlarına, Alman İmparatoru F. Barbarossa’ ya, İngiliz Kralı 2’nci Henri’ ye gönderdiği mektuplarda bu feci akıbeti gizlemişti. Hâlbuki Sultan 2’nci Kılıç Arslan Alman İmparatoru’ na elçi göndererek zaferi anlatmış, ona ittifak teklifi yapmıştı.

Ağır mağlubiyet Roma (Bizans) tarihinde bir dönüm noktası teşkil ettiği gibi, bizzat İmparator Manuel üzerinde de acısı unutulmaz bir tesir bırakmıştı.

Moralman çöken İmparator Manuel, 1180 yılı Mart ayında yatağa düştü, mağlubiyetin üzüntüsünü üzerinden hiç atamamıştı, 27 Eylül 1180’de öldü.

Prof. Dr. Auguste Baılly, Myrokephalon sonrasında Roma (Bizans)’ nın içine düştüğü durumu son derece çarpıcı şekilde ortaya koymuştur:

“ Myrokephalon bozgunu Bizans tarihinin dönüm noktalarından biridir. Bu bozgun Türklerin imparatorluk için kaybolan Anadolu’ da kesinlikle yerleştikleri anı işaretler. O, aynı zamanda hedefleri fazla geniş olan yüzlerce yıllık bir politikanın, bir ölçüsüz prestij, ağır gelenekler, gerçekleşmesi kabil olmayan ihtiraslar politikasının mantıki sonucudur.”

Kommenosların tarihçisi Chalaudon da bu konuda şunları yazıyor:

“İmparator Manuel, kötü politikasının sonuçlarını görmeyecek kadar erken ölmek bahtına erişti. Bu sonuçları berrak görüşlü düşünce sahibi çağdaşlarından bir kaçı o zamandan gözlemekte idiler. Basileus’un mirasını toparlamak ağır bir işti ve haleflerinden hiç biri İmparatorluğun işlerini düzenine koyamayacaktı. Daha sonraki yıllar içinde, çöküş hızla artarak gidecekti. Bu çöküşün, Manuel’in saltanatından başladığını söylemek yerinde olur.”

Roma (Bizans)’nın Selçuklulara karşı uğradığı yenilgi Avrupa devletlerini kısa sürede harekete geçirdi. 1177 yılında Papalık, Frederick Barbarossa ve diğer İtalyan devletleri Venedik’ te bir kongre toplayarak bu kongrede dünya politikasını etkileyecek önemli kararlar aldılar. Almanya, Lombard toplulukları ve Papalık Meclisi kendi aralarındaki düşmanlıklara son verdi ve daha da önemlisi Frederick Barbarossa’ nın “Mukaddes Roma- Germen İmparatorluğu” tasdik edildi. Böylece İmparator Manuel’ in aralarındaki ihtilâfları değerlendirerek sürdürdüğü batıdaki üstünlüğü de sona ermiş oldu.

Haçlı seferleri sırasındaki tutumundan oldukça şikâyetçi olan batılı Lâtin devletleri arasında Roma (Bizans)’ ya olan düşmanlık had safhaya çıktı.

Başkenti Constantinopolis (İstanbul) olan Roma (Bizans) İmparatorluğu, hem Doğu, hem de Batı gözünde değer ve itibar kaybetmişti.

Sonuçta Mryokephalon Muharebesi bir dönüm noktası olmuş ve ( daha sonra yapılan küçük çaplı muharebelerde de başarılı olamayan) Romalıların artık bir daha Anadolu’ yu elde etme ümitleri kalmamıştı.

HAREKÂTIN ASKERİ AÇIDAN ÖNEMİ:

Roma (Bizans) İmparatoru Manuel Komnenos’ un kuvvetleriyle Selçuklu Sultanı 2’nci Kılıç Arslan’ ın kuvvetleri arasındaki çarpışmaya “Savaş” (eski tanımla Harp) adı verilemez. Savaş, muharebelerden meydana gelir ve çok kapsamlıdır..

İki taraf ordusu, açık bir alanda karşı karşıya gelip çarpışmamışlardır, burada yapılan bir “Meydan Muharebesi” de değildir.

Selçuklu kuvvetleri, Roma (Bizans) ordusunu, sabırla bekleyip kendisi için en elverişli olduğu anda dar bir geçitte “Pusu” ya düşürmüş ve ona hiç beklemediği kadar ağır bir darbe vurmuştur.

Romalılar,  bu muharebeden sonra, artık tamamen ellerinde kalan son toprakları korumanın derdine düştüler ve tamamen savunma ağırlıklı politikalar ürettiler.

Böylece Anadolu’da bu tarihten sonra Türk hâkimiyeti giderek hızlandı ve Anadolu işte bu tarihten sonra Türk yurdu oldu.

KAYNAKLAR:

AYİTER, Kudret, “Myriokephalon Savaşı Nerde Olmuştur?”, VIII. Türk Tarih Kongresi, (Ankara 11- 15 Ekim 1976) Kongreye Sunulan Bildiriler, C. II, Ankara, 1981.

BAILLY, Prof. Dr. Auguste, “Bizans Tarihi”, 2 nci Cilt, Tercüman Yayınları, İstanbul.

CHALAUDON, “Les Comnenes: Etudes Sur L’Empire Byzantin aux XI et XII’e Siecle, Cilt I, Paris, 1912.

ÇAY,  Prof. Dr. Abdulhalûk, “Anadolu’nun Türkleşmesinde Dönüm Noktası”, Orkun Yayınevi, İstanbul, 1984.

ÇAY, Prof. Dr. Abdulhalûk, “ 2 nci Kılıçarslan”, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1987.

DİRİMTEKİN Feridun, “ Selçukluların Anadolu’da Yerleşmelerini Ve Gelişmelerini Sağlayan İki Zafer”, Malazgirt Armağanı, Ankara, 1972.

KHONİATES, Niketes, “Histoire de Constantinople, V. Frn. Trc. Mr. Cousn, Paris, 1685; J.B.Chalet, Chronique de Michel le Syrien Patriarche Jacobite d’Antioche, I-III, Paris, 1905.

KÖYMEN, Prof. Dr. M. Altay, “ Selçuklu Devri Türk Tarihi”, Ankara, 1963.

KÖYMEN, Prof. Dr. M. Altay, “ 801. Yıldönümü Münasebetiyle Myrokephalon Meydan Muharebesi”, Milli Kültür Dergisi, Sayı: 9, Eylül 1977.

ÖZTUNA, Yılmaz, “Türkiye Tarihi”, Hayat Yayınları, İstanbul, 1970.

ŞEKERCİOĞLU Hüseyin, “17 Eylül 1176, Gelendost- Myrokephalon Zaferi’nin 796 ncı Yılı”, Türk Kültürü, Sayı: 119, Eylül 1972.

TOPRAKLI, İnş. Y. Müh. Ramazan, “ Değişen Coğrafya ve Myrokefalon Savaşı”, Ankara, 2010.

TOPRAKLI, İnş Y. Müh. Ramazan- TURAN, Prof. Dr. Refik, “ Göller Bölgesi Tarih ve Kültür Varlıkları Bilgi Şöleni” (16- 18 Eylül 2011), Hamidiye Derneği Kültür Hizmeti, Ankara, 2011.

TOPRAKLI,  Ramazan, “Yenice Köyü Köprüsü ve Myrokefalon Savaşı”, Kastamonu Eğitim Dergisi, Cilt 1, No:3, Eylül 2010.

TURAN,  Prof. Dr. Osman, “Selçuklular Zamanında Türkiye”, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1993.

TURFAN, Arkeolog Kemal, “Myriokefalon Savaşı ve Türk Askeri Tarihindeki Önemi”, Birinci Askeri Tarih Semineri, Bildiriler II, Ankara, 1983.

TURFAN, Arkeolog Kemal, “Myrokephalon Savaşı Üzerine Yeni Görüşlerimiz ve Anadolu’ nun Bir Türk vatanı Oluşu’, “Myrokephalon Savaşı” I. ve II. Sempozyum Bildirileri, Çivril Belediyesi Kültür Hizmetleri Yayın Nu: 1, Basım Ajans Matbaası, Denizli, Ağustos 1997.

UCUZSATAR,  Doç. Dr. (E. Kur. Alb) Necati, “ Tarih Boyunca Türk Harp Sanatı Taktik ve Stratejisi, II”, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1990.

UMAR, Prof. Dr. Bilge, “ Myrokephalon Savaşının Yeri: Çivril Yakınında Kufi Çayı Vadisi”, Belleten, C. 54, No. 209, Nisan 1990.

UMAR, Prof. Dr. Bilge, “”Türkiye’deki Tarihsel Adlar”, İnkılâp Kitabevi, 2 nci Baskı, İstanbul, 1993.

UMAR, Prof. Dr. Bilge, “Türkiye Halkının Ortaçağ Tarihi”, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1998.

UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, “Osmanlı Tarihi”, I. Cilt, Ankara, 1961.

Ahmet AKYOL, Yalova, 17 Eylül 2018