Milletçe saygı duyulan, ayakta dinlenen, yurt dışında da o milleti temsil eden bu marşların bir kısmı, hükümdarlara övgü mahiyetindedir.
Bir kısmında dini öğeler ağır basar, bir kısmı da kahramanlık türküsü şeklindedir.
Örneğin bazı ülkelerin milli marşları şöyle başlar:
Arjantin : “ Dinleyin ey faniler, kutsal çığlığı: özgürlük, özgürlük.”
Uruguay : “ Uruguaylılar, ya vatan ya mezar. Özgürlük ya da şerefle ölmek...”
Peru : “ Özgürüz, hep öyle kalın.”
Brezilya : “ Sakin yamaçlar, kahraman milletin İpiranga’dan çınlayan sesini dinledi ve ışıkları göz kamaştıran özgürlük güneşi o anda vatanın üstünde parladı.”
Guyana : “ Sevgili Guyana toprağı, ırmaklar ve ovalar, güneşle zengin, yağmurlu bereketli, dağlarla deniz arasına zarif bir mücevher gibi yerleşmiş çocukların seni selâmlıyor, aziz özgürlük yurdu.”
Venezuela : “ Yasaya, erdeme, şerefe saygı göstererek boyunduruktan kurtulan cesur halka saygılar...”
Jamaika : “ Tanrım, toprağımı kutsa, her şeye kadir ellerinle bizi koru.”
Ürdün : “ Yaşasın kral, yaşasın kral ...”
Kenya : “ Ey Tanrı, ey evrenin yaratıcısı, halkımızı ve vatanımızı koru ve esirge...Hak ve adalet rehberimiz olsun.”
İngiltere : “ Tanrı inayetli kraliçemizi korusun.”
Macaristan : “ Macar’ı takdis et, ey Tanrım.”
xxx
Güftesiz yani sözleri olmayan, sadece müzik olarak dinlenen milli marşlar da vardır.
Örneğin, “Marcha Real” adı verilen İspanya Millî Marşı, sözsüzdür.
San Marino da, 10’uncu yüzyıldan kalma bir müzik, Milli Marş olarak kabul edilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin bir Milli Marş’ı yoktu. 2’nci Mahmut, Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdıktan ve yeni bir askeri düzenlemeye geçtikten sonra, Mızıka-yı Hümayun’u kurdurtmuştu. Orkestra Şefi Donizetti Paşa, Mahmudiye Marşı ile bir gelenek başlatmış, her sultanın tahta çıkışında, saray orkestra yöneticisi yeni bir marş hazırlamıştı ama bunlar milli marş değildi.
Oysa Osmanlı Devleti döneminde bir milli marşa ihtiyaç vardı.
Avrupa’ya gönderilen heyetler, milli marş söylenmesi gereken hallerde çok zor duruma düşüyorlardı. Yabancı bandolar da, törenlerde kendi milli marşlarını çalıyor, sıra Osmanlı Devleti’ne gelince, marş konusu her hangi bir şekilde geçiştiriliyordu.
Örneğin, 1875 yılında, Almanya’da yapılan bir törende, sıra Osmanlı Devleti’nin milli marşını çalmaya gelince, orkestra şefi önce ne yapacağını bilememiş, ancak Osmanlı bayrağındaki hilâlden esinlenerek ünlü bir Alman türküsü olan “AYDEDE... AYDEDE...”’yi çalmıştı.
Bu arada, bazı ülkelerin milli marşlarını ne zaman kabul ettiklerini hatırlamakta yarar vardır:
Arjantin 1813’te,
Uruguay 1815’te,
Bolivya 1845’te,
Yunanistan 1864'te,
İzlanda 1874’te,
Fransa 1879’da,
İsveç 1880'de,
Venezuela 1881'de,
Brezilya 1890'da,
Portekiz 1910’da milli marşlarını resmen kabul ve ilân etmişlerdi.
Bizim Milli Marşı’mızın ortaya çıkışı, Kurtuluş Savaşı’nın ilk günlerine rastlar.
Şüphesiz, zaferin henüz kazanılmadığı, geleceğin henüz tam olarak bilinmediği bir dönemde yazılmış olan Milli Marşı’mızı, yazıldığı çevrenin ve zamanın dışında düşünmek mümkün değildir.
Daha birkaç yıl evvel, üç kıtada topraklara sahip bir devletin fertlerinin ölümü göze aldıran vatan sevgisini ve şimdi düşmanını can evinde hissetmesinin verdiği psikolojik yıkımı ve azabı anlamadan Millî Marşı anlayamayız.
Kurtuluş Savaşı, batan Osmanlı Devleti’nden kalan toprakları kurtarabilmek için yapılan son ve amansız bir mücadeleydi. Üstelik bu mücadelenin kazanılıp kazanılamayacağı da belli değildi.
Birinci İnönü Muharebesi sona ermiş, Yunanlılar gelecekteki harekâtlarına hazırlık yapmak amacıyla, Bursa- Uşak genel hattında mevzilerine çekilmişlerdi.
Bundan sonra, Batı Cephe Komutanlığı, bütün Batı Anadolu’nun çok zor günler geçirmesine ve büyük bunalımlara sebep olan Çerkez Ethem ayaklanmasını bastırmış, asi Ethem ve yandaşları Yunanlılar’a sığınarak kaçmışlardı. Böylece, düzenli ordu birliklerinin hızla yapılanması için imkân doğmuştu.
Vatanın düşmandan temizlenmeye çalışıldığı o bunalımlı günlerde, şiirin manevi bir kuvvet olduğunu göz önünde bulunduran Batı Cephe Komutanı İsmet Bey, Maarif Vekilini (Milli Eğitim Bakanını) ziyaret ederek, askeri şevke getirecek bir marş yazılmasını ordu adına teklif etti.
Bunun üzerine, Maarif Vekâlet’ince 500 TL. ödüllü bir yarışma açıldı. Kısa süre içinde, yarışmaya 724 şiir geldi. Fakat bunlar arasında istenilen şiir yoktu. Bunlardan hiç birisi ulusal heyecanı, bağımsızlık savaşının ruhunu yansıtacak güçte değildi.
Böyle destansı şiir yazacakların başında Mehmet Akif ilk akla gelen isimdi ama o yarışmaya katılmamıştı. O, vatanın kurtuluşu hürriyet ve istiklâl gibi milli duyguların para ile haykırılamayacağı düşüncesiyle yarışmaya iştirak etmemişti.
O tarihlerde, Ankara’da 140 liraya bir çiftlik satın alınabiliyordu ve yine o tarihlerde Akif’in cebinde hiçbir zaman iki liradan fazla para bulunmuyordu.
Dönemin Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Hamdullah Suphi ( Tanrıöver ) Bey, durumu öğrenince Akif’e bir mektup göndererek, iştirak etmemesindeki sebebin ortadan kaldırılacağını, istenen şiiri yazmasının maksadın meydana gelmesi için son çare olduğunu, ifade etti ve memleketi coşturup, heyecanlandıracak böyle bir vasıtadan mahrum bırakmamasını rica etti.
Bunun üzerine, milli mücadeleye başından beri katılan, vilâyetleri dolaşarak halkı aydınlatan ve İstiklâl Marşı’nın heyecanını daha savaşın başından beri gönlünde yaşayan Arif, şiiri yazmaya başladı.
Mehmet Akif, kısa bir sürede tamamladığı şiirini Hamdullah Suphi’ye verdi.
1 Mart 1921 günü, içlerinde Mehmet Akif’in şiirinin de bulunduğu şiirler Meclis’te okundu.
12 Mart 1921 günkü oturumda ise, milletvekilleri şiirler hakkındaki görüşlerini açıkladılar ve sonuçta Mehmet Akif’in yazmış olduğu İstiklâl Marşı isimli şiir, oy birliğiyle Millî Marş olarak kabul edildi.
****
Büyük şair Mehmet Akif ERSOY’ un yazdığı İstiklâl Marşı, Türk Ulusu’ nun bağımsızlık ve özgürlük savaşımını ölümsüzleştiren, Türk Milletini ortak düşünce ve değerler düzleminde buluşturan eşsiz bir yapıttır.
İstiklâl Marşı, özlü dizeleriyle Türk Ulusu’ nun, yurt ve bayrak sevgisini, özgürlük, bağımsızlık ve çağdaşlık tutkusunu en güzel biçimde yansıtmaktadır.
Kurtuluş Savaşı, vatan sevgisini tüm değerlerin üstünde tutan Türk Milletinin, Atatürk önderliğinde, özveriyle başarıya ulaştırdığı, tarihin akışını değiştiren bir kahramanlık destanıdır.
Kurtuluş Savaşı ile yalnızca vatan toprakları kurtarılmamış aynı zamanda, yeni özgür ve bağımsız bir devletin, demokratik ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri de atılmıştır.
Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal’e ve cephedeki kahraman askerlerimize zaferler kazandıran şuur, ülkemizi 21. yüzyılın değişen şartlarına hazırlama mücadelemizde bize cesaret ve güç kaynağı olmaktadır.
Yüce bir millet ve onun şanlı mensupları olarak, bayrağımızı dimdik ayakta tutmak ve onu ebediyen dalgalandırmak için, her zaman olduğu gibi bugün de birlik ve beraberlik içerisinde olmamız, vatan toprağı üzerinde oynanan oyunlara karşı son derece uyanık olmamız gerekmektedir.
İstiklâl Marşı’nda ortaya konan inanç ve güven, bugün de ihtiyacımız olan manevi atmosferi yansıtmaktadır. İstiklâl Marşımızda en veciz şekliyle ifade edilen mesajlar, günümüzde de sadece manevi dünyamızı aydınlatmakla kalmamakta aynı zamanda geleceğimize de ışık tutmaktadır.
****
Törenlerde söylenen iki kıtanın açıklaması ve anlamı olarak şunlar söylenebilir:
"Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak…
Benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak."
Mehmet Akif Türk milletine cesaret ve tahammül aşılamak için ve onda bulunan duyguları harekete geçirmek için şiirine "korkma" sözüyle başlıyor.
Bayrak bir milletin bir milletin geleceğinin ve bağımsızlığının sembolüdür. Bayrağın sönmesi Türk milletinin istiklalini kaybetmesidir. Şair ülkemizde tek bir insan kalana kadar bu vatanı savunacağımızı belirtiyor.
O halde en son Türk bireyi son nefesini vermeden Türk istiklal ve bağımsızlığını yok etmek, Türk bayrağını söndürmek mümkün değildir. Zira bayrağımız milletimizin yıldızıdır. Bayrağın kaderi ile milletimizin kaderi birbirine bağlıdır.
Bayrak bizimdir, biz yaşadıkça onu elimizden kimse alamaz.
Türk milletinin bütün fertlerini öldürmedikçe bağımsızlığını kimse yok edemez.
"Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl...
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!"
Şair ikinci kıtada bayrağımızın o zaman ki kırgın, küskün, öfkeli halini dile getiriyor.
Türk vatanının bazı parçaları, işgal edilmiştir. Bu yüzden bazı bölgelerde bayraklarımız indirilmiş yerine düşman bayrakları asılmıştır. Kaş çatmak öfke halini ifade eder.
Kaş ayrıca edebiyatımızda hilâle benzetilir. Sevgilinin kaşları daima hilâl şeklinde gösterilmiştir. Bayraktaki hilâl de tıpkı nazlı bir sevgilinin kaşı gibi çatılmıştır. Kahraman Türk milletini üzmektedir. Türkün beklediği, özlediği gülen bir bayraktır.
Türk bayrağının gülmesi göklerde dalgalanmasıdır. Bir aşığın sevgilisinden güler yüz beklemesi gibi bağımsızlığa âşık Türk Milleti de özgürlüğün sembolü olan bayraktan gülmesini beklemektedir. Bu milletimizin en doğal hakkıdır.
Çünkü Türkler bağımsızlıkları ve bayrakları uğruna pek çok kan dökmüşlerdir. Bu kanları bayrağa helâl etmeleri için onun da nazlanmayı bırakıp göklerde dalgalanması gerekir. Türk Milleti daima Allah’a inandığı ve taptığı için özgürlük onun hakkıdır.
***
Mehmet Akif ERSOY’ un yazdığı “İstiklâl Marşı” adını taşıyan muhteşem şiirin “Millî Marş” olarak kabulünden sonra, bir de beste yarışması düzenlendi ama Anadolu’ da savaş iyice kızıştığı için bir sonuç alınamadı.
Türkiye’ de değişik şehir ve bölgelerde muhtelif besteler çalınmaya başladı. Örneğin:
Edirne civarında Ahmet Yekta MADRAN’ ın,
İzmir ve Eskişehir civarında İsmail ZÜHTÜ’ nün,
İstanbul’ da Ali Rıfat ÇAĞATAY’ ın,
Ankara’ da Zeki ÜNGÖR’ ün bestesi Millî Marş olarak çalındı.
Bunun üzerine Millî Eğitim Bakanlığı, bu karışıklığı önlemek amacıyla Ali Rıfat ÇAĞATAY’ ın bestesinin çalınması yönünde, okullara bir talimat gönderdi. Bu durum 1930 yılına kadar devam etti; bu tarihten itibaren de Zeki ÜNGÖR’ ün bestesi çalındı.
***
10 Mayıs 2007 tarihli Resmi Gazete' ye göre: 12 Mart, İstiklâl Marşı'nın kabul edildiği gün ve Mehmet Akif ERSOY’ u anma günüdür.
Bu vesileyle Sayın M. Akif ERSOY’ u saygı ve rahmetle anıyorum.
Ahmet AKYOL, YALOVA, 12 Mart 2018