Amerikan belgelerinde 26 Ağustos taarruzunun ilk neticeleri hakkındaki değerlendirmeye, Amerika’nın İzmir Başkonsolosu Horton’un 2 Eylül 1922’de Vaşhington’ da Dışişleri Bakanlığı’na çektiği telgrafta rastlamaktayız.
Konsolos Horton, askeri durumu şu şekilde belirtmekteydi:
“Yunan kuvvetlerinin tükenmiş ve moralinin zayıflamış olması dolayısıyla, askeri durum son derece vahim görünüyor. Yunan kuvvetleri Uşak, Kütahya ve Aydın’dan çekilmişlerdir ve çekilirken de bu şehirleri yakmışlardır. Morali iyice çökmüş olan 1’inci Yunan Kolordusu Uşak’ın batısına çekilmiştir. 2’inci Yunan Kolordusu ise, esir düşmekten güç kurtularak, 1’inci Kolordu ile birleşmiştir. 3’üncü Yunan Kolordusu Eskişehir’de bulunmakla beraber, muhtemelen yakında burasını terk edecek ve ayrılırken de şehri yakacaktır. Benim kanaatim odur ki, durum gayet ciddidir ve kurtarılamaz. İzmir’de Hıristiyan yabancılar ve özellikle Rumlar arasında tam bir panik vardır ve birçokları şehri terk etmeye çalışmaktadır. Morali çökmüş olan Yunan ordusu İzmir’e ulaşacak olursa ciddi karışıklıkların çıkması çok mümkündür ve şehrin yakılacağı söylentileri çok yaygındır. Bu durum sebebiyle, Konsolosluk mensupları ile Amerikan vatandaşlarının tahliyesi için İzmir’e bir kruvazör gönderilmesini rica ederim.”
Konsolos Horton, 4 Eylül 1922’de Vaşhington’a gönderdiği telgrafında ise, İzmir’e mültecilerin, yani Türk ordularının önünden kaçan Rum halkın akın etmekte olduğunu ve şehirde tam bir paniğin hüküm sürdüğünü belirterek Hükümeti’nden, geri çekilen Yunan kuvvetleri için “Af” ilân edilmesi hususunda Ankara Hükûmeti nezdinde teşebbüste bulunulmasını istemişti.
Konsolos’ a göre, böyle bir af, İzmir’in yakılıp yıkılmasını önleyecektir. Çünkü yine Konsolos’ a göre, aksi takdirde moral olarak çökmüş olan Yunan askerleri, cephanelikleri havaya uçurabilecekler ve şehri yağma edeceklerdi.
Vaşhington, İzmir Konsolosu’ nun isteğine cevap olarak, ellerinde serbest kruvazör olmadığı için, Amerikan vatandaşlarının hayat ve mallarını korumak üzere ancak destroyerler gönderileceğini bildirdikten sonra, Konsolos şu uyarıyı yapmaktaydı:
“Şurası iyice anlaşılmalıdır ki, savaş gemilerinin gönderilmesinin tek amacı, Amerikan vatandaşlarının korunması olup, ne askeri ve ne de siyasi bir gösteri yapma niyetini taşımamaktadır.”
Bu yazıdan açıkça görülmektedir ki, Amerika, Ankara ile Müttefiklerin silâhlı bir şekilde karşı karşıya geldikleri bir sırada, bu karmaşık duruma bulaşmamaya ve özellikle Ankara karşısında sanki Müttefiklerle birlik olmuş gibi bir görüntü vermekten ciddi şekilde kaçınmaya çalışmaktaydı.
Nitekim Amerikan Dışişleri Bakanlığı’ndan, İstanbul’daki Yüksek Komiser Amiral Mark L. Bristol’e 5 Eylül 1922’de gönderilen telgrafta da, destroyerlerin, münhasıran Amerikan vatandaşlarının hayat ve mallarının korunması için gönderildiğini bildiriyor ve bunun, özellikle Batılılar tarafından, Amerika’nın bir “Gönüllü Aracılığı” şeklinde anlaşılmaması gerektiği vurgulanıyordu.
Böyle bir uyarının yapılmasının bir sebebi de Amiral Bristol’un, hemen her vesileyle İstanbul’daki İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinin baskısına maruz kalmasıydı.
Amerika, Ankara ile Müttefikler arasındaki tartışma ve çatışmaların dışında kalmakla birlikte, Müttefikler ve özellikle İngiltere, kendilerinin Ankara Hükûmeti ile ilgili bütün meselelerinde Amerika’yı da işin içine çekme gayretinden vazgeçmediler.
Yunan kuvvetlerinin Türk ordusu önünde kaçarken Anadolu’da yaptığı mezalim, Millî Hükûmet ile Amerika arasında yazışmalara da konu oldu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’ nin Başbakanı ve Dışişleri Bakan Vekili Hüseyin Rauf (Orbay) Bey, 31 Ağustos 1922’de, İstanbul’daki Amerikan Yüksek Komiseri Amiral Bristol’ a gönderdiği telgrafta şu hususları Amerika’nın dikkatine sundu:
“İnönü Muharebeleri ile Sakarya Savaşı’ndan sonra olduğu gibi, Büyük Taarruz harekâtı üzerine de Yunanlılar, geri çekilme esnasında boşalttıkları her yerde, daha önceki cinayetlerini tekrar etmekten geri kalmamışlardır. Meselâ Afyonkarahisar ve bölgesini terk etmeden önce düşman, bütün Müslüman mahallelerini ateşe vermiştir. Bölgedeki köylerin çoğunluğu da aynı akıbete maruz kalmıştır. Bu köylerin ahalisi katliama uğramıştır. Altuntaş gibi bazı yerlerde halk, kadın ve çocuk ayrımı yapılmaksızın camiye doldurulmuş ve diri diri yakılmışlardır. Dumlupınar muharebeleri sırasında düşman, Hamamköy ve Taşköy’ ü tamamen yakmış ve her iki köy halkının bir kısmı katledilmiş, bir kısmı canlı canlı yakılmış ve bir kısmı da işkenceye maruz bırakılmıştır. Dumlupınar bölgesi de tamamen yakılmıştır. Bu da gösteriyor ki, Yunan ordusu işgal ettiği bütün toprakları yakmaya ve bu topraklar halkının kökünü tamamen kazımaya karar vermiştir. Sonuç olarak Amerika, Hükûmeti ve basını ile insanlık adına bu vahşeti durdurması için Yunan Hükûmeti üzerindeki etkinliğini kullanmalıdır.”
Amiral Bristol’un, Başbakan Rauf (Orbay) Bey’in bu telgrafına kişisel dostluk çerçevesinde 8 Eylül 1922’de verdiği cevap oldukça garip ve ilginçtir:
“Türkiye’nin önüne, yeni bir rejimin kurulduğunu ve bu rejimin uygarlık ve insanlığın yüksek prensiplerini devam ettireceğini ve Ankara’daki hükûmet üyelerinin, sadece Türkiye sınırları içindeki azınlıkların değil, bütün dünyanın güvenebileceği devlet adamları olduğunu göstermek için çok büyük bir fırsat çıkmıştır. Türk Yüksek Komutanlığı, bu çeşit savaşlarda genellikle ortaya çıkan ve üzücü olan intikamcılık hareketlerini önlemek hususunda enerjik tedbirler almalıdır. Aksi takdirde, Türkiye, kendisinin aleyhtarları tarafından yürütülecek bir propagandaya fırsat vermiş olacak ve bu da Türkiye ile dünyanın geri kalan kısmı arasında kurulması ümit edilen münasebetlere zarar verecektir.”
Bristol’un bu son cümlesinde üstü kapalı bir Amerikan tehdidi de bulunmaktaydı. Amiral, dünyanın geri kalan kısmı ile herhalde Afrika’yı kastetmiyordu. Söylemek istediği Amerika idi ve intikamcılık hareketleri önlenemezse, Ankara’nın ileride Amerika ile kurmayı ümit ettiği münasebetleri de tehlikeye girecekti. Görüldüğü gibi Bristol’un cevabı, Başbakan Rauf Bey’in dile getirdiği şikâyetlere cevap vermekten çok uzaktı.
Amiral, Yunanistan üzerinde harekete geçme yerine, Türkleri frenleme çabasındaydı.
Ahmet AKYOL, YALOVA, 01.09.2017