Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Irkçılık, Şiddet Ve ABD

“NEFES ALAMIYORUM” ( I CAN’T BREATH)

Haber Giriş Tarihi: 04.06.2020 16:53
Haber Güncellenme Tarihi: 01.01.1970 02:00
Kaynak: Haber Merkezi
yalovamiz.com
Irkçılık, Şiddet Ve ABD

Her türlü ırkçılık ve şiddet, toplumun yapısını onarılması mümkün olamayacak şekilde bozar.

ABD'nin Minneapolis eyaletinde George Floyd isimli bir vatandaş, dolandırıcılık şüphesiyle polis tarafından boğularak öldürüldü. Polisin boğazına dizini bastırarak canına kıydığı şahıs tüm eyalette protestoların başlamasına neden oldu. Binlerce kişi caddelere çıkıp polislerin tutuklanması için gösteriler yaptı. Gösterilerde şiddetin dozajı gittikçe artarken, siyah/ beyaz karışık olan ve ellerinde George Floyd’ un ölmeden önce son sözleri olan “Nefes Alamıyorum” pankartı taşıyan protestocular polisle çatışmaya girdi. Amerika’ dan Avrupa’ ya da sıçrayan çatışmalar halen yer yer devam ediyor.

Amerika’  da siyahilere uygulanan bu şiddet eylemi ilk değil, görünüyor ki mevcut zihniyet değişmedikçe son da olmayacak.

Herhalde tarih sayfalarını çevirenin zamanıdır!

Günümüzde ABD, herkesi küçük gören bir demokrasi havarisi pozlarında…

Örneğin, okuyup- yazan ve dünyayı tanıyan herhangi bir Amerikalıya Türkleri ve Türkiye'yi sorun, genellikle küçümseyerek (sonradan tamamen hayal ürünü olduğu açıklanmasına rağmen) "Haaa, o Geceyarısı Ekspresi filminin geçtiği ülke değil mi?" der; ya da (yapılan propagandaların etkisinde kalarak) sözde Ermeni soykırımı konusunu gündeme getirir veya buna benzer ifadeler kullanır.

Sayın Prof. Dr. Aziz Sancar, yakınlarda twitter’ den şöyle bir paylaşımda bulunmuş: “ Los Angeles’ ta bir marketten alışveriş yaptım. Kasiyer kimlik sordu. Türk ehliyetimi gösterdim. ‘Haa siz Türk’sünüz. Midnight Express’ i izledim, faşistsiniz’ dedi. Ben de dedim ki: ‘ Ben de Hiroşima’ daki atom bombasını izledim. Film değil, gerçekti.”

Kısacası Türkiye, Amerikalının gözünde insan hakları konusunda pek de olumlu görülmez. Türkiye, insan hakları konusunda Amerikalının gözünde suçlu kabul edilir. Türkiye cezaevlerindeki uygulamalar, insanlık dışı olarak algılanır. Türk polisinin demokratik bir ülkeye yakışmayan davranışlar içinde olduğu iddia edilir.

Oysa insan bir başkasına lâf etmeden önce kendi kapısının önünü süpürür. Bugün, Amerikan cezaevlerinde yaşanan olaylar filmlere, dizilere konu oluyor. Seyrettiniz mi, bilmiyorum. ABD'de, hapishanede geçen, "Esaretin Bedeli" (The Shawshank Redemption) isimli bir film vardı. Suçsuz olduğu halde suçlu muamelesi gören bir bankacının, hapishanede, hapishane yetkilileri tarafından gördüğü kötü muamele anlatılıyordu.

 Kimin oynadığını hatırlamıyorum (Robert Redford olabilir) "Hapishane Müdürü" isimli bir başka filmde de, ABD hapishanelerinde geçen çirkin olaylar ele alınmıştı.

 Halen, birçok ABD dizisinde de, Amerikan hapishanelerinde yaşanan bu tür pislikler sergileniyor. Şüphesiz bunlar film ama ilham kaynaklarını da iyi algılamak gerekir.

Yapılan propagandalara bakılırsa, ABD, sanki İnsan Hakları Cenneti...

Oysa kazın ayağı çok farklı...

Örneğin, Amerika’da Illinois’de geçen bir olayı hatırlamakta yarar var.

Basında yer alan haber ve iddialara göre Illinois’de, kâğıt deposuna döktüğü benzinle yangın çıkartan Madison Hobley, yedi kişinin ölümüne yol açıyor. Arada da bir kadına tecavüz ediyor. Kadın yangının küllerinde can veriyor. Hobley yakalanıyor. Amerika gibi, ölüm cezasının bol bol uygulandığı bir ülkede, acele idama mahkûm ediliyor.

 Ancak, tanıkların ifadelerinde bazı açıkların bulunduğu, savunma avukatının gözünden kaçmıyor. Karar idam, ama avukat itiraz ediyor. Dava tam on beş yıl sürüyor. On beş yılın sonunda, Hobley’in suçsuz olduğu ortaya çıkıyor. Olaylar doğru, ancak katil kendini saklamasını bilen bir başkası...

Illinois’de yaşanan bu olay, Vali Ryan’ı dehşet içinde bırakıyor. Hemen ayrı bir hukuk bürosu kuruyor. Sadece idam kararlarını inceleyen bu büro, dehşet verici bulgularla karşılaşıyor. Yanılgılar, açıklanamayan noktalar, boşluklar idam kararlarında birbirini izliyor.

Ama daha vahimi, idam kararlarına dönük istatistikler: Ölüm cezaları genellikle zencilere, yoksullara ve etnik azınlıklara uygulanıyor.

Sanıklara sistemli bir biçimde baskı ve işkence, suçu zorla kabul ettirme, bazı eyaletlerde günlük yönteme dönüşüyor. Bütün bunlardan daha çarpıcı olanı ise, idamla yargılanan sanıkları savunan otuz üç avukatın daha sonra Barolar Birliği tarafından meslekten men edilmeleri...

Vali Ryan diyor ki : “ Bizim uyguladığımız ölüm cezaları, bir hukuk devletiyle asla bağdaşmıyor. Tersine, hukuk devletini temelden sarsıyor. Kim bilir, bu güne kadar kaç suçsuz insanı ölüme gönderdik.”(Hürriyet, 23.02.2003)

Dedik ya, kimse kendi gözündeki merteği görmüyor. Amerikan polisinin özellikle zencilere ve göçmenlere karşı nasıl acımasız davrandığı biliniyor. Bunu bütün dünya biliyor.

  ABD’li yetkililer, Türk adalet sistemi ile ilgili yargılayıcı düşüncelerini açıklamaktan da kaçınmıyorlar.

Örneğin, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Powel’ın, Türkiye’deki bir mahkeme hakkında, Türk Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e bir mektup göndermesini şahsen ben hiç unutmadım.

Bir ülkenin Dışişleri Bakanı, hangi cüretle bir başka ülkeye böyle bir mektup gönderebilir?

Tencere dibin kara diye bir söz vardır. Tam olaya denk geliyor.

Tulia, Teksas’ta bir kasaba...

23 Temmuz 1999’da, kasabanın zenci nüfusunun yüzde onu, “ uyuşturucu pazarlıyorlar “ gerekçesiyle gözaltına alınmış. 49 kişi tutuklanmış, birçoğu da 50 yıldan az olmayan hapis cezalarına çarptırılmış.

Gerçekler ise kısa zamanda ortaya çıkmış. Adı bilinen ve tanınan ırkçı bir polis, sahte delillerle ve yasal olmayan yollarla bu kişileri tuzağa düşürmüş. Ulusal basından öğrendiğime göre, konu Amerika’da uzun süre tartışılmış; ancak, “ devlet kurumları arasında yasal olmayan dayanışma “ nedeniyle hiçbir şey yapılamamış.

Irkçı polis, işinden ayrılsa da,  hâlâ elini kolunu sallayarak geziyor; kimseyi umursamıyormuş. Mahkeme yetkilileri verilen cezaların doğru olduğunda ısrarlı olduğu gibi, Teksas polisi de, adı geçen meslektaşları polisle açık bir dayanışma içindeymiş.(Akşam, 03.03.2004)

Siz hiç tarihin herhangi bir döneminde, Türkiye’de, Amerika’nın Ku Klux Klan örgütüne benzer bir örgüt kurulduğunu duydunuz mu?

Amerika’da siyah derili insanlara şiddet ve baskı eylemleri uygulayan ve başlarına geçirdikleri kukuletalarıyla tanınan bu örgütü dünyada bilmeyen var mı?

ABD toplumunda siyahların pis ve aşağılık yaratıklar oldukları görüşü (son derece yanlış olarak) geniş bir taraftar kitlesi bulmuştur.

Halen pek çok yerde, "Buraya köpekler ve zenciler giremez" uyarılarıyla bazı yerlere sokulmamaları, otobüs/sinema/ okul gibi yerlere alınmamaları sıradan uygulamalar...

Türkiye'de böyle bir olay düşünülemez bile... Türkiye' de insan derisinin rengi önemli değildir.

Türk tarihini bir parça inceleyenler, Osmanlı'nın son dönemlerinde, konaklarda en önemli ve itibarlı yerin, bebeklere sütanneliği yapan emektar (çoğu Tunus gibi Kuzey Afrika kökenlidir) Arap halayıklarda olduğunu, konağın içinde öncelikle onun sözünün geçtiğini bilirler.

Devletin en üst görevlerinde esmer derili insanlarla karşılaşmak her zaman mümkündür.

Türk'ün tarihinde, insanların renklerine göre değerlendirildiği asla görülmez.

***

ABD tarihi ise aksi örneklerle dolu...

Alabama eyaletinin Montgomery kentinde yaşayan siyah derili Rosa Parks, 1 Aralık 1995 günü, bindiği otobüste, "renkliler" (zenciler) bölümüne oturduğu halde, bir beyaza yer vermesi için zorla ayağa kaldırılmak istendi.

Bu simge ismi kısaca hatırlamakta yarar var.

1950’ li yıllarda, Amerika Birleşik Devletleri'nin güney eyaletlerinde zencilerle beyazlar otobüslere ayrı kapıdan biniyor, kendilerine ayrılmış ayrı yerlere oturuyorlardı.

42 yaşında siyahî bir kadın olan ve Alabama eyaletinin Montgomery kentinde yaşayan Rosa Parks, 1 Aralık 1955 günü işten oldukça yorgun çıkmıştı. Clevaland Caddesi otobüsü geldiğinde ön kapıdan binip 10 cente biletini aldı, otobüsten indi ve arka kapıdan tekrar binerek, " renkliler " (zenciler) bölümüne oturdu.

(Zencilere ayrılmış bu bölümün kapasitesi, kaydırılabilir bir işaretle belirlendiği için sabit değildi. Otobüs şoförü bu işareti zencilerin bölümünü daraltacak ve hatta tümüyle ortadan kaldıracak şekilde arkaya kaydırabilirdi).

Üç durak sonra bir beyaz adam bindi otobüse… Ancak beyazların bölümünde oturacak yer kalmamıştı. Ayakta kalan beyaz yolcuyu gören şoför, ona yer açmak için, Parks'ın da aralarında bulunduğu dört zencinin oturdukları hizaya geldi ve işareti bir sıra arkaya kaydırarak yerlerinden kalkmalarını istedi.

Üçü buna uydu ama Parks yerinden kıpırdamadı. Şoförün, "Hemen kalk, yoksa polis çağırıp seni tutuklatırım" uyarısını umursamadı.

Otobüs şoförünün polisi araması ardından 42 yaşındaki Parks, kamu düzenine aykırı davranmaktan suçlu bulunarak tutuklandı.

 

Resim1 (Rosa Parks Tutuklanırken…)

Tutuklanan Parks'a, toplum düzenini bozmaktan 14 dolar para cezası verildi.  İşinden atıldı. İş bulamadı. Öldürüleceği, evinin yakılacağı tehditleriyle karşılaştı. Ve sonunda kenti terk etmek zorunda kaldı.

Ne var ki, aynı kentte yaşayan ve daha sonraları Medeni Haklar Hareketi liderliğini yapacak (ve tabii, 1968'de vurulup ortadan kaldırılacak olan) Martin Luther King'in önderliğinde zencilerin bir yıl sürecek otobüs boykotu başlayıp tüm ülkede yankılandı.

 1956 yılında ABD Yüksek Mahkemesi'nin otobüslerde ayırımcılığa son veren kararı ulaştığında, ırkçı beyazlar iyice azdılar. Keskin nişancılarla otobüslere, seri bombalamalarla siyahların ev ve kiliselerine saldırdılar.

Parks'ı ırkçılık mücadelesinde simgeleştiren ve önemli bir kilometre taşı olarak kabul edilen olay işte budur.

1992'de olayla ilgili olarak konuşan Parks, "Tepki göstermemin nedeni, diğer insanlara nasıl davranılıyorsa aynısını hak ettiğime inanmamdı" diye konuşmuştu.

Sonraki yıllarda siyahların kan ve gözyaşı dolu mücadeleleri yıllarca sürdü.

Demokrasi ülkesi (!) olmakla övünen ABD’de, bazı güney eyaletlerinde siyah gençlerin beyazlarla aynı lise veya üniversiteye devam edebilmelerini sağlamak üzere, bizzat Başkan'ın emriyle ABD ordusunun müdahale etmesini gerektiren düzeyde olaylar yaşandı.

Bu olaylar unutuldu mu dersiniz?

ABD'nin yakın tarihinde, aklı başında her kişiyi insanlığından utandıracak örnekleriyle yaygın bir linç geleneği var.

Amerikalıyı yakından tanımak adına geçmişte meydana gelmiş bazı olayları hatırlamak gerekiyor.

***

Aşağıdaki görüntü de, Teksas'tan...3 Ağustos 1920 tarihli... Cinayet sanığı olduğu iddia edilen 16 yaşındaki bir siyahi çocuk linç edilmiş. Fotoğrafçının çektiği resme girmek isteyenler, ağaçtan sallanan çocuğun cesedinin altında, birbirlerinin üstüne yığılmışlar. Yaptıklarından mutluluk ve gurur duyuyorlar.

 

Resim 2 ( Teksas, 3 Ağustos 1920)

Hele gülümseyen çocuklar... Bu bir insanlık ayıbı değil mi? Soruyorum: Türk tarihinde hiç böyle bir görüntü hatırlıyor musunuz?

Sırada bir posta kartı var. Yani bir güzellik ve hoşluk olsun diye insanların birbirlerine gönderdikleri bir posta kartı...

Resim 3 ( Waco Kasabası, 1916)

Bu görüntü de Teksas eyaletinin Waco kasabasından ve 1916 tarihli.

Kurban, beyaz bir kadının tecavüz ve cinayet sanığı olduğu iddia edilen 17 yaşındaki zihinsel özürlü Jesse Washington.

İlkönce cinsel organı ve bacakları kesilmiş, daha sonra da belediye başkanı ile şerifin de dâhil olduğu bir güruhun tezahüratı arasında diri diri yakılmış.

Bir görgü tanığının anlatımı şöyle ; " Washington, kürek ve tuğlalarla dövüldü. Hadım edilip kulakları kesildi. Bir direğe geçirilmiş zincire bağlı olarak ateşin üzerine sarkıtıldı. Feryatlar içerisindeki çocuk can havliyle kızgın zincire tırmanmak isteyince de, zincire sarılan parmaklarını kestiler"...

Tekrarlayalım, yukarıdaki görüntü bir fotoğraf değil, bir posta kartı...

Kartın arkasında da şunlar yazılı:

" Bu bizim dün akşamki barbekü partimiz. Resimde solda görülen benim. Oğlunuz Joe".

***

New York'un Staten Island bölgesinde 17 Temmuz 2014'te, 6 çocuk babası 43 yaşındaki siyahi Amerikalı Eric Garner, sokakta kaçak sigara sattığı gerekçesiyle, New York polisi (NYPD) tarafından boğazı sıkılarak gözaltına alınmaya çalışılmıştı.

Defalarca "Nefes alamıyorum" diye yalvaran ve yere yatırıldıktan sonra fenalaşan Garner, ambulansla hastaneye kaldırılırken yolda hayatını kaybetmişti.

Olayı soruşturan jüri, Aralık 2014'te Garner'ın boğazını sıkarak ölümüne neden olduğu iddia edilen 33 yaşındaki Daniel Pantaleo'nun yargılanmasına gerek olmadığı yönünde karar vermişti.

Aynı dönemde Missouri Ferguson'da siyahi genç Michael Brown'ı silahla öldüren polise, jüri tarafından takipsizlik kararı verilmesi üzerine sosyal medyada, "Siyahilerin Yaşamları Değerlidir" (Black Lives Matter) etiketiyle başlatılan paylaşımların ardından ülke genelinde geniş çaplı gösteriler düzenlenmişti. ( https://tr.euronews.com/2020/05/27/)

***

ABD'de sadece siyah derililere ırkçılık uygulanmış değil.

Hemen her yörede, kendine özgü ırkçılık uygulamaları var.

Bir zamanlar (günümüzde nedir- ne değildir, bilmiyorum) Batı eyaletlerinde ırkçılık özellikle İrlandalıları, Asyalıları ve Meksikalıları hedef almıştı.

Değişik göçmen yasalarıyla Asyalıların ve özellikle Çin kökenlilerin Birleşik Devletler' e girmesi, Çinlileri de kapsamak üzere beyaz ırktan olmayanların beyazlara karşı tanıklığı yasaklanmıştı.

(Etnik olarak Çin kökenli olanların ülkeye girişi 1882'den 1943'e kadar engellenmiştir).

Çinliler ancak ağır ve (demiryolu inşaatında dinamitçilik gibi) riskli işlerde istihdam ediliyordu.

İrlandalılara ve Çinlilere yönelik olarak sistematik kitlesel şiddet hareketleri görülmekteydi.

Dünya Savaşı süresince, casusluk yapabilecekleri bahanesiyle Japon kökenli ABD vatandaşları özel kamplarda enterne edildiler.

Daha küçük çapta da olsa, Doğu kıyısı eyaletlerde Alman ve İtalyan kökenlilere de benzer uygulamalar yapıldı.

Los Angeles'te, 1943 yılında, burada bulunan bir askeri üs' ten izinli çıkan denizciler, Meksikalıların yoğun olduğu yöredeki bir yerleşimde, kıyafetlerini beğenmedikleri Meksika kökenlilere karşı günlerce süren vahşi bir insan avı gerçekleştirdiler.

1800'lerin sonu ile 1900'lerin başında Avrupa'daki baskılardan kaçıp ABD'ye gelen Yahudiler daha ilk andan itibaren zorluklarla karşılaştılar ve aşağılayıcı takma adların muhatabı oldular.

1910'lardan itibaren; Ku Klux Klan, güneyde yerleşmiş Yahudileri hedef alarak saldırılar yürüttü.

Aslında masum olduğu bilinmesine karşın zorlama bir kararla hapse mahkûm edilen Leo Frank adlı bir Yahudi, 1915 yılında Klan tarafından linç edildi.

Üst sosyal sınıfların Yahudi kökenlilere karşı ayırımcılık uyguladığı, ünlü üniversitelerin Yahudilerin girişini güçleştirdiği, örneğin Yale Üniversitesi'nin 1925 yılında bir yönetmelik değişikliği yaparak Yahudilerden önce eski mezunların çocuklarına öncelik tanımayı kurallaştırdığı görüldü.

ABD hükümetinin Arap dünyası ile (özellikle 1973'teki Arap-İsrail savaşından sonra) ters düşerek gerilimin artmasıyla birlikte yalnız Araplara değil, İranlılara, Türklere ve (başlarındaki türban nedeniyle Müslüman zannettikleri) Sihlere karşı kuşku ve ayırımcılık güdüsü yükselişe geçti.

1979 Tahran Elçiliği baskını, 1991 Körfez Savaşı, (Araplarla bir ilişkisi ortaya konulamamış olmasına karşın) Oklahoma kentindeki bombalama olayı ve nihayet 11 Eylül'den sonra Araplara, Müslümanlara karşı ikircikli tutum ve düşmanlık arttı.

2001 yılında Arizona'nın Phoenix kentinde bir Sih, türbanı nedeniyle bir cehalet eseri olarak Arap sanılıp öldürüldü.

***

Biz Türkleri (sözde Ermeni soykırımını gündemde tutarak) eli kanlı soykırımcılar olarak hissetmemizi ve bu nedenle özgüven ve direncimizi kırmayı amaçlayan Amerikalı' yı tanımalıyız diyorduk ya... Devam edelim.

Amerikalının Kızılderili kıyımını ele almadık, o ayrı bir trajedidir. Mayalar, Aztekler ve İnkalar’ dan söz bile etmiyorum.

Amerikalı' nın psikolojik ve sosyolojik durumunu anlamak için aşağıdaki resimlerde görülenlerin yüz ifadelerine bakmak sanırım yeterli olacaktır.

 

(Resim 4 Linç edilen negrolar/Afrika kökenli siyah derililer… )

 Diğer resimleri yayımlamaktan vazgeçtim.

Tekrarlayalım, Türk tarihinde hiç bir zaman böyle görüntüler olmamıştır ve olamaz da...

Yukarıdaki resimleri gördükten sonra, ne kadar asil bir millete ait olduğumu daha iyi anlıyorum.

Hiç şüpheniz olmasın, Türk olmakla ve Türk kimliği taşımakla da onur duyuyorum.

Gelelim ABD’de insan hakları konusunun bir başka boyutuna…

ABD’de XX. yüzyılın başlarından itibaren yüz binlerce fakir ve eğitimsiz çocuğun geri zekâlı damgasıyla eyalet yönetimlerince toplumdan tecrit edilerek depolandıkları ve kobay olarak kullanıldıkları ortaya çıktı.

ABD’de 2004 yılında piyasaya çıkan  “ The State Boys Rebellion” (Devlet Çocuklarının Başkaldırısı) isimli kitap, Amerika’nın 1900’lü yılların başındaki karanlık sayfalarına ışık tuttu.

Michael D’Antonio’nun kitabında, sadece gidecek yerleri olmayan fakir ve eğitimsiz çocukların, ebleh ya da akılsız olarak damgalanıp, çok kötü şartlarda barındırıldıkları, belirli merkezlerde toplanan bu çocukların, bazı radyasyon deneylerinde kobay olarak kullanıldığı ayrıntılarıyla anlatılıyor.

Kitabın yayını dolayısıyla konuyu gündeme taşıyan CBS televizyonu da, uygulamanın insan ırkının ıslahını hedefleyen öjenik hareketinin bir parçası olduğunu iddia etti.

Kitapta ayrıca, 2500 çocuğun bir araya toplandığı Fernald School’da yaşayan Fred Boyce ve Joe Almeida’nın anıları da yer alıyor.( cbsnews.com/8301-18560_162-614728.html)

Çocuk konusu işlenirken, bir de çocuk mahkemelerini görelim.

ABD’deki çocuk mahkemelerinin çoğunun, ufak tefek suçlar yüzünden tutuklanan çocukları prangaya vurdurduğu ortaya çıktı.

“Northwestern University”den Profesör Cathryn Crawfor’un yaptığı araştırmaya göre, mahkemeler çocuklara mütemadiyen pranga takılmasını emrettiği gibi, çocukları avukatla görüşmekten de men ediyor. Araştırma, çocukların çoğunun, gözaltı süresi sonunda cezaevine gidip gitmeyeceğinin belli olacağı ilk duruşmaya avukatsız çıktığını gösterdi. Dava hazırlığı aşamasında da çocuklara nadiren avukatla görüşme fırsatı veriliyor. Prof. Crawfor, çocukların neredeyse tamamının ilk duruşmada suçu kabullendiğini belirtti. Crawfor, “Suçlu olmayanlar bile suçu kabulleniyor, çünkü bu iş bir an önce bitsin istiyorlar” diye yazdı.(Türkiye, 2.11.2007)

ABD’nin Georgia eyaletinde, anaokulunda sinir krizi geçiren, eşyaları sağa sola atmaya başlayan, okul müdürüne bile saldıran öğrenci Salecia Johnson (6), polis tarafından elleri arkadan kelepçelenerek karakola götürüldü. Tek kişilik hücreye konulan küçük kız, saldırıda bulunmak ve mülke zarar vermek suçlarından mahkemeye sevk edildi. (Hürriyet, 19 Nisan 2012)

ABD’nin Teksas eyaletinde okulun örnek öğrencileri arasında bulunan Diane Tran (17), kendisini hapiste buldu. Houston kenti yakınlarındaki Willis kasabasının devlet lisesinde okuyan Tran, okula mazeretsiz 10 günden fazla gitmediği gerekçesiyle çıkarıldığı çocuk mahkemesinde suçlu bulununca bir gece hapis yatmak zorunda kaldı. Genç kız yargıca, iki kardeşine bakabilmek için iki farklı işte çalıştığını, ev ödevlerini sabah yediye kadar ayakta kalarak tamamlayabildiğini, bazı günler “okula gidemeyecek kadar yorgun” olduğunu anlatmasına rağmen cezadan kurtulamadı. (Hürriyet, 30 Mayıs 2012)

Özgürlükler Ülkesine bakın!

Türkiye'nin sözde dostu ve stratejik müttefiki (!) Amerika ve Amerikalıyı biraz tanıtmak istedim.

Yargılamak ve bu ülke halkına karşı olumsuz bir hava yaratmak gibi bir düşüncem yok; yaptığım sadece bir tespit! Tarihte yaşanmış gerçekleri doğru olarak hatırlamak!

Bir konunun da bilinmesini isterim. Yukarıdaki metni hazırlamak için özel bir çaba harcamadım; her şey yazılı medyada daha önce yayınlanmış ve halen yayımda olan bilgiler. Ben, sadece derleyip bir araya getirdim.

Esasen,  ülkesinin sorunlarına duyarlı her Türk vatandaşının, Türk- Amerikan ilişkilerinde şu konuları çok iyi incelemesi ve bilmesi gerekir:  

Osmanlı’ nın son döneminde Amerikalı misyonerler, neden Anadolu’ nun dört bir yanını dolaştılar; özellikle stratejik önemi olan yerlerde neden- niçin okul ve hastaneler açtılar? Bunlara kim, neden izin verdi?

American Boards of Comissioner for Foreign Mission’un bir organı olan Amerikan Misyoner Teşkilâtı’ nın, 1820 yılından itibaren Osmanlı topraklarında faaliyet göstermesinin amacı neydi?

Mondros  Ateşkesi’ nden sonra Anadolu’nun dört bir köşesine işgal güçleri çıkarken, karşılayanların en önündekilerin elinde ABD bayrağı olması tesadüf müdür?

Kurtuluş Savaşı ilk yıllarında Merzifon Amerikan Koleji’ nin Pontus Ayaklanmasını başlatması nasıl açıklanabilir?

Atatürk’ ün vefatından sonra, neden Amerikalı uzmanlar Türk Eğitim Sistemini’ ni plânlamaları için davet edildiler? Bunların da ilk önce ülkeyi 7 bölgeye bölmelerinin amacı nedir? Ülke neden bölgelere ayrıldı?

İki ülke arasında yapılan gizli antlaşmalarla ABD’ nin yeraltı kaynaklarımızı kontrollerine almaları ve buralarda ilk sondaj çalışmaları yapmaları, günümüze acaba nasıl yansımış ve etkileri neler olmuştur? 

1960’ lardan sonra, ülkenin askerî ve ekonomik stratejik bölgelerinde görev yapan Barış Gönüllüleri’ nin amacı neydi, bunlara neden izin verilmişti?

Şimdilik bu kadar!

Yeri geldikçe devam ederiz.

Kaynaklar:

spartakus.schoolnet.co.uk / wikipedia.thefreeencyclopedia/ wikipedia.org/ guardian.co.uk/usa/strory/ educationforum.ipbhost.com/ cbsnew.com/stroies/2004/ The State Boys Rebellion/ picsearch.com/rosa-parks.html/ wikipedia.org/wiki/Rosa_Parks

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.